Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

23 Aralık 2010 Perşembe

Hiç Sesleri


"İç sesim, hiç nefesim gibi çıkmıyor bir anda dışarı. O gecenin bir yarısı, sabahın bir körü demeden kulaklarımda. Ses kulaklardan çıksa dışarı hani, çıkacak o da ama sadece benim duymama yetecek yollara başvuruyor. Dolayısıyla, ne düşündüğümü kimse bilmiyor. Zaten şimdi onu anlatmaya kalksam, muhtemelen dünyanın en saçma kelimeleri dilimden, dişlerimden sıyrılıp başka kulaklara ses dalgaları halinde ulaşacak. Sonra bir sürü beyni kurcala, dur. Ne gerek var şimdi bunlara? Kurcalanmış, kurcalanmaktan yıpranmış bir beyin var zaten, evet o benim. Tanıştırayım sizinle; çok düşünür, hiç durmaz. Sus desem de, susmuyor hiç. Yani boşuna denemeyin, ilaçmış, uykuymuş fayda etmez. Nerede gereksiz şey varsa toplar kendinde, çıkarır, çarpar, böler. Ha, bir sonuç da elde edemez hani, boşunadır bu halleri. İyisi mi siz, bir şey söylemeyin. Nasılsa hiçbir sonuca varılmıyor, 'anlamasını istediği kişi' onu anlamıyor. Bu halet-i ruhiye ile barınamaz fazla bu bünyede. Eninde sonunda, o kendini imha edecektir."

İlaçların etkisiyle uyumadan önce karaladığı son satırlardı bunlar. Sonrasında derin bir uykuya daldı. Her şey loş, her şey boştu artık.




15 Aralık 2010 Çarşamba

Bireysel Silahlanmaya Hayır!


Akla mukayyet olmak çok zor bu ülkede. Birileri kazansın diye birileri ölüyor, ölümlere, suça göz yumuluyor. Akla mukayyet olmak daha da zor şimdi. 'Bireysel silahlanmaya hayır' derken, 'düğünlerde serseri kurşunlara daha çok ceza' derken silahlanma yaşı 18'e düşürülüyor. Sen beş silah alabilirsin diyor TBMM. İkisini üstünde taşıyabilirsin diyor, gerekirse kullanabilirsin, ruhsat veriyoruz nasılsa diyor. Sokakta atacağımız her bir adım, pencereden gökyüzünü seyretmek isteyeceğimiz her an daha da fazla tehlike arz edecek şimdi. Başında kavak yelleri esen biri, bir kurşunu fütursuzca havaya savurabilecek şimdi.

Akla mukayyet olmak çok zor bu ülkede; çünkü silah sevenler var, onların dernekleri var. Diyorlar ki; "eğer Boşnaklar silahlansaydı, Sırplar katliam yapamazdı." Yüzyılın en büyük katliamlarından birini, bir insanlık ayıbını tutuyor, nereye getiriyorlar. İç savaş çıkarsa diyorlar, hazırlıklı olmalıyız. Barışın adı bile yok! Varsa, yoksa savaş...

Akla mukayyet olmak zor bu ülkede. Seçtiğimiz milletvekillerinden oluşan bir Silah Alt Komisyonu var. Komisyon silahlanma yaşını düşürüyor. Sokaklarda güvenliği sağlamak için didinirken birileri, birileri korkarken kurşunlardan, birilerinin cebine daha çok para girsin diye uğraşıyor komisyon. Tüm dünya "Bireysel Silahlanmaya Hayır" diye bağırırken, bu ülkede bireysel silahlanma teşvik ediliyor. Yılda 4000 kişinin ateşli silahlarla hayatını kaybettiği bu ülkede, bireysel silahlanma için iştah açıcı yasalar düzenleniyor.

Akla mukayyet olmak çok zor bu ülkede.

Ölmekse bir hiç uğruna, çok kolay.

Akla mukayyet olmak için, gücümüz yettiğince;

Bireysel silahlanmaya hayır!

Not: Bilgilenmek ve destek olmak için ziyaret edelim! http://www.umut.org.tr/public/home.aspx


11 Aralık 2010 Cumartesi

"Aşkınıza Tüküreceğim"



Dergi okurken, son zamanların en 'aklına mukayyet' kişisiyle karşılaştım: Umut Yalım. Kendisi ilk kişisel sergisini açmış 26 Kasım'da, Beyoğlu'nda. Serginin ismi "Aşkınıza Tüküreceğim". Öyle sergilere giden, sergi meraklısı biri değilim ama fazlasıyla dikkatimi çekti, araştırmaya koyuldum. Ne demek ki bu? Neden tükürüyor aşkımıza? Bu resimler ne anlama geliyor? Şöyle açıklamış Umut Yalım:


"Antonella Lualdi’yi anımsar mısınız? Bir Claude Chabrol karanlığı sosunda ve 50’lerin o soylu kıvrımlarında gezinen, alt metin-üst metin kavramlarına girmeden, en yalın hâliyle, o eski saf duyguların hezeyanlarını kulağımıza fısıldayan bir sergi. Bu gereksinim nereden geliyor peki?..

Yeniden sormak gerekiyor sanırım: Antonella Lualdi’yi anımsar mısınız? Anımsamak istersiniz belki ama anımsayamazsınız! Antonella Lualdi de tıpkı yitirdiğimiz nice duygu ve özellikler gibi yitti gitti dağarcığımızdan. Belki de, Antonella Lualdi’yi anımsadığımız ân, kendimizi de anımsayacağız. Ama neden?.. Neredeyse, duygularımızı bile Google’da aratıyoruz artık; çünkü kendi duygularımızdan bile emin değiliz. “Arıyoruz” yerine “Aratıyoruz” demek bile durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor özünde. Duyguların Google’da “Aratıldığı” bir dönemde, o yapay duygulara anca tükürülür. Âşkınıza Tüküreceğim de, böyle bir sergi işte...”

Umut Yalım, lisansını Plastik Sanatlar üzerine University of the Arts London, Chelsea College of Art&Design'da, yüksek lisansını Kitap Sanatları üzerine University of the Arts London, Camberwell College of Arts'da tamamlamış. İlk kişisel sergisiyle yapay gündemi ve şimdiki aşkları sorguluyor; tükürülecek aşkları. Sergiyi canlı canlı görmek isterdim lakin hava muhalefeti, soğuk, uzak derken mümkün olmuyor. Gitmek isteyenler için sergi 26 Aralık'a kadar devam ediyor.

Adres: Doublex Studio - Dibek Sokak, Dibek Çıkmazı no: 22/a, Galata/Beyoğlu


9 Aralık 2010 Perşembe

Haftamı Şenlendirenler





Haftamın Kitabı: Dokuz Eylül Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Ayşen Uysal ve Türk Harb-İş Sendikası Genel Koordinatörü Oğuz Topak'ın ortak çalışması Particiler: Türkiye'de Partiler ve Sosyal Ağların İnşası, İletişim Yayınları'ndan çıkan bir sosyal araştırma kitabı. Son zamanlarda okurken en çok zevk aldığım kitaplardan biri. Türkiye'de "partici"lerin sosyolojik kimlikleri, ailenin, etnik kökenlerin, kimliklerin, cinsiyetin partizanlıkta ne derece etkili olduğuna dair bilimsel araştırma teknikleriyle incelenmesi ve yorumlanması ile oldukça başarılı bir çalışma gerçekleştirilmiş. Siyasal partiler ve particiler üstüne aydınlatıcı ve kolay okunur bir kitap, tavsiye ederim.

Haftamın Filmi: Everybody's Fine, Türkiye'deki adıyla Herkesin Keyfi Yerinde, beni oldukça etkileyen bir film oldu. Eşini yeni kaybetmiş bir babanın, haftasonu 4 çocuğunu yemeğe beklerken, gelemeyeceklerini öğrenip, onları ziyaret etmek için yolculuğa çıkmasıyla başlıyor hikaye. Çocuklarının garip davranışları ve oğluna bir türlü ulaşamaması, bir şeylerin ters gittiğini ve çocukların dertlerinin olduğunu sezer, olaylar gelişir. Everybody's Fine sıcacık, hüzünlü bir aile dramı. Başrollerinde Robert De Niro, Drew Barrymore, Kate Beckinsale ve Sam Rockwell yer alıyor.

Haftamın Albümü: Sıla, üçüncü albümü Konuşmadığımız Şeyler Var ile müzik piyasasını hareketlendirdi, kulağımızın pasını sildi. Sıla, benim her zaman gerek sesi, gerek müziği, gerekse iş odaklı gündeme gelmesiyle her zaman takdir ettiğim bir sanatçı. Zaten müzisyenler, sadece işlerini yaptıklarında ortaya her zaman güzel işler çıkıyor. Sıla da buna güzel bir örnek. Şarkılar güzel, ses güzel, e daha ne olsun?

Haftamın Dizisi: The Walking Dead, çizgi romandan uyarlama yeni bir tv dizisi. Zombi salgını sonrası, sağlıklı kalabilmiş bir grup insanın, yürüyen ölülerle mücadelesi ve hayatta kalma mücadelesi ekranlara taşındı. Uzun uzun bahsettiğimden, kısa kesiyor, şiddetle tavsiye ediyorum.

8 Aralık 2010 Çarşamba

The Walking Dead


Bir gün bir hastane odasında uyansanız ve dışarıda sadece yürüyen ölülerin nam-ı diğer zombilerin yaşadığını görseniz, ne yaparsınız?

Image Comics'in 2003'ten bu yana yayınladığı çizgi roman olan The Walking Dead, dünyada fenomen haline geldi. Yapımcı Frank Darabont, bu siyah-beyaz basılan çizgi dizinin bu derece sevilmesini göz ardı edemedi ve The Walking Dead televizyon dizisi haline getirildi. Amc'de yayınlanmaya başlayan The Walking Dead, 6 bölümlük ilk sezonuyla şimdiden en çok izlenenler arasına girmeyi başardı.

Konusuna gelecek olursak; tüm dünyaya yayılan ve kaynağı bilinmeyen bir zombi salgını, birçok insanın ölümüne yol açar. Bir soygun esnasında vurulan ve ağır yaralanan polis memuru Rick Grimes, bir gün hastane odasında tek başına uyanır, hemşireyi çağırır ancak bir gariplik vardır; kimse cevap vermez, hastane dağılmış, her taraf kan içinde, dışarısı yürüyen ölülerle doludur. Yaşadığı şokla olaylara anlam vermeye çalışan Grimes, evine yakın bir yerde hala sağlıklı kalabilmiş bir baba-oğulla karşılaşır, her şeyi öğrenir. Karısı ve çocuğunu bulmak için eve gider, hala yaşadıklarını anlar ve onları aramak için Atlanta'ya doğru yola çıkar.

The Walking Dead, hikayesi açısından diğer zombi filmleriyle benzer olsa da, basit bir zombi hikayesi kesinlikle değil. Korku figüründen çok, bu durumda insanların yaşadığı korku, bunalım ve şiddet eğilimlerine dikkat çekilmiş. Hiyerarşik düzenin olmadığı bir toplumda, insanların nasıl hareket ettikleri, ahlaki değerlerin hangi durumlarda çöktüğü görülebiliyor. 

The Walking Dead, dünyada 120 ülkede gösterime girdi. Birçok ülkede zombi makyajı yapılmış insanlarla tanıtım yapıldı. İstanbul-Ortaköy'de, aralarında Hayko Cepkin ve Beste Bereket'in de bulunduğu zombiler(!) dizinin tanıtımına katkı sağladı. İlk bölüm Amerika'da 11.6 milyon kişi tarafından izlendi. İlk sezon 6 bölüm olarak tasarlandı. Yapımcılar ve kanal, 13 bölümlük 2. sezonun müjdesini verdi. Şimdi bize 2. sezonu sabırla beklemek düşüyor.

Hikayenin sahibi Robert Kirkman, çizgi romanın önsözünde şöyle diyor:

"... Benim için, iyi zombi filmleri asla kanlı, vıcık vıcık vahşet ve şiddet festivali şeklinde geçen ve yanağından dili sarkan soytarı tiplerin hüküm sürdüğü filmler olmadı. İyi zombi filmleri bize ne kadar berbat bir durumda olduğumuzu düşündürür. Bulunduğumuz çevredenin dünyadaki yerini sorgulamamızı sağlar....

Yürüyen ölüler'le, insanların ekstrem durumlar karşısındaki tepkilerini ve olayların onları nasıl değiştirdiğini keşfetmek istedim...."






"Gidelim Gel Hadi Seninle Bu Gece Rebeka'nın Yerine"




       
Yıldızları saydım, hepsi yerindeydi. Ilık bir geceydi. Ben gökyüzüne bakarken, elimden tutup çektin. Adımlarımız hızlandı, arkandan gelirken karşıdaki bahçeyi fark ettim. Ağaçların arasından ışıklar sızıyordu, bir de güzel bir müzik. İnsan sesleri duyuyordum; gülen, neşeyle eğlenen, el çırpan insanların sesleri... 'Rebeka'nın Yeri' yazıyordu duvarda. Tahta kapıdan içeri girdik. Masalar, içkiler, mezeler, çalgılar, mutlu insanlar... Ne kadar güzel bir bahçeydi bu? Bana baktın, kocaman gülümsedim. Elbisemin eteklerini toplayıp geldim peşinden. Beyaz örtülü bir masaya oturduk. Anında doldu masamız; en sevdiğimiz mezeler, rakımız, suyumuz, buzumuz, hepsi bir anda geliverdi, sanki bizi bekliyormuş gibi. Bekliyordu aslında değil mi? 

Kaldırdık kadehleri, gecenin şerefine kalktı kadehler. Yudumlarken içkileri, kadeh sesleri geliyordu her defasında. Bir oyun havası çalmaya başladı birden, yavaş yavaş kalktı insanlar masalarından. Bahçe şenlik yeri oldu birden, ne güzeldi herkes! Sen yaklaştın bana, kulağıma bir şeyler fısıldadın, yine gülümsedim ben. Tuttum elinden, kaldırdım seni, ayakkabılarımı fırlattım bir kenara, çimlerin serinliğini hissettim. Oynayan, eğlenen insanların arasına karışıverdik birden. Uzun zamandır böylesine içten güldüğümü hatırlamıyordum. Ne güzeldin sen, ne güzeldim ben, ne güzeldi bu bahçe, bu insanlar... Yorulana kadar oynadık, hiç tanımadığımız insanlarla kadeh kaldırdık... Gece ilerledi, soğudu biraz hava. Sen biraz daha sıkı sarıldın bana, geçti ürpertim. Gece ne güzeldi, biz ne güzeldik... Elimi tuttun, kulağıma eğildin, dünyanın en güzel kelimesini fısıldıyord...

*
*
*

Uyandım. Bembeyaz bir tavan bana bakıyordu. Odamda olduğumu fark ettim o anda. Yalnızdım, benden başka kimse yoktu. Yalnız ben. Burnumda rakı kokusu. Hayalle yaratılmış bir koku. Geçti birkaç saniyede. Artık yoktu.      
   

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı