"İnsanların büyükşehirlerde neden her şeyi yere attıklarını hep sorarım kendime. Parmaklarının ucuyla sigaralarını fırlatırlar, kullanılmış kese kağıtlarını ellerinden yere bırakıverirler ve karbondioksit emisyonu azaltılmış arabalarının yarı açık camlarından sığan her ne varsa dışarı atarlar ki, eğer iyi buruşturabilirse insan, bu epeyce bir şey demektir. Metropolde yaşayanlar, ortalıkta çok insan gördüklerinden olsa gerek, attıkları şeylerin birileri tarafından kaldıracağını düşünüyor belli ki." Jürgen Schmieder - Yalan Söylemeyeceksin, 2010
"Bu sırada gün batmak üzereydi. Çocuklar vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamışlardı. Güneş ufukta, dağların ardında neredeyse kaybolacaktı. Heidi yeniden otların içine oturmuş, batan güneşin son ışınları ile ışıl ışıl parlayan çiçekleri doya doya seyre dalmıştı. Yaldızlı bir buğu, çayırlara bir tül örtü gibi yayılmış, yükseklerdeki kayalarda kıvılcımlanmaya başlamıştı. Heidi birdenbire yerinden sıçradı, avaz avaz: Peter, Peter! Yanıyor, bak dağlar tutuşmuş yanıyor, karlar da yanıyor, gökyüzü de. Ah, bak ne güzel! Karlar ateş gibi kıpkırmızı. Bak, Peter, bak, atmacanın yuvasını da ateş sardı! Görüyor musun çamları, kayaları, hepsi hepsi tutuşmuş!" Johanna Spyri - Heidi, 1880
"Kalabalık kent meydanlarında, katedrallerin merdivenlerinde oturup önümden geçip giden yaşamları izlerken aklımda hep, dünyayı herkesin ne kadar farklı algıladığı vardı. Hepimiz aynı gezegende yaşıyorduk ama herkes için başka bir gezegendi burası. Aslında bütün çırpınışımız, kendi dünyamızdaki yalnızlığımızdan kurtulmak değil miydi?" Oya Ayman - Şapkanın Altındaki Kıta: Latin Amerika, 1998
"Ego, ego, ego. Bıktım, usandım. Kendikiminden de, başkalarınınkinden de. Bir yere varmak, farklı ve ayrıcalıklı bir şeyler yapmak, ilginç biri olmak isteyen herkesten usandım. İğrenç bir şey bu - iğrenç, iğrenç. Kimin de ne dediği umrumda bile değil." Jerome David Salinger - Franny ve Zooey, 1961