Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

30 Temmuz 2013 Salı

Haftamı Şenlendirenler



Haftamın Kitabı: Ne zamandır merak ettiğim bir kitaptı Masumiyet Müzesi; işten fırsat bulduğum vakitler okurum diye e-kitap olarak indirdim bilgisayarıma ve canım sıkıldıkça okudum. Orhan Pamuk'un son zamanlarda epey ses getirmiş bir romanıydı ve neden bu kadar ses getirdiğini okuyunca anladım. Tipik bir Yeşilçam hikayesini duygu yoğunluğu ve tasvirlerle zenginleştiren Orhan Pamuk, okuyucuyu uzun sayfalarda bile bağlayabiliyor kendine. Nişantaşılı zengin bir ailenin çocuğu olan iş adamı Kemal'in uzaktan akrabası Füsun'la yaşadığı yasak aşkı anlatan Masumiyet Müzesi; okuyucuyu bir yandan 70'li - 80'li yılların büyüsüne götürürken bir yandan da duygu dolu bir aşkın içine sürüklüyor. Ben çok severek okudum, okumaya fırsat bulabilecek herkese tavsiye ederim.

Haftamın Filmi: Çizgi kahramanların beyaz perdeye uyarlandığı altın çağları yaşıyoruz, bilmem farkında mısınız? Çocukluktan bu yana hayranı olduğumuz süper kahramanları son teknoloji harikası çekimlerle beyaz perdede görmek elbette ki heyecan verici bir durum. Her ne kadar aramızda çizgi roman ruhunun öldürüldüğünü düşünenler olsa da, bu deneyimi yaşamak gerçekten heyecan verici. Superman'in son beyazperde uyarlaması Man of Steel de bu heyecanı yaşatanlardan. Bu kez hikaye Zack Snyder'in gözünden sunuldu bizlere. Başrolünde Superman'i Henry Cavill, Lois Lane'i ise Amy Adams canlandırdı. Her ne kadar izlerken aksiyon sahnelerinin gereğinden fazla tutulduğunu düşünsem de; genel olarak kast seçimi ve görsellik açısından başarılı bir film, üstelik Diane Lane, Russell Crowe ve Kevin Costner'ı da izletmesi cabası.

Haftamın Albümü: Ne zamandır merakla beklediğim bir albümdü Aysel'in. Çok sevdiğim Aysel Gürel'in anısına, onunla çalışmış sanatçıların şarkılarını seslendirdiği bir albüm projesi olan Aysel'in, geçtiğimiz haftalarda piyasaya sürüldü. Ne yalan söyleyeyim, bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı aslında. Birçok yorumu eksik buldum, aranjelerini beğenmedim. Ama içlerinde birkaç tane çok sevdiğim parça oldu. Bunların birincisi elbette ki Tarkan'ın Firuze yorumu. Kusursuz güzellikteki şarkıyı kusursuz seslendirmiş Tarkan. Bir diğer beğendiğim yorum Ayşegül Aldinç'in Yolun Başında yorumu oldu. Albümün sürprizi kuşkusuz Yasmin Levy. Unutulmaz şarkılardan biri olan Sevda'yı İspanyolca seslendirmiş Levy ve şahane olmuş. Bunun dışında genel olarak vasat bir albüm ama Aysel Gürel anısına dinlenecektir.

Haftamın Dizisi: Yaz döneminin televizyon dizileri açısından kısır olduğunu söyleyenler büyük yanılgıya düşüyor bence, çünkü yaz döneminde de şahane diziler geliyor ekranlara senelerdir. Bu yaz döneminin en çok ses getiren dizilerinden biri de Showtime ekranlarında yayınlanmaya başlayan Ray Donovan oldu. Dizide Donovan ailesinin hikayesi anlatılıyor. Mafyavari öğelerle süslü olan Ray Donovan'ı bir aile draması olarak nitelendirebiliriz. Yasadışı şekillerde arabuluculuk, iş çözümü yapan bir şirket yöneten Ray Donovan'ın, bir yandan da aile sorunlarıyla boğuştuğu güzel bir dizi. Yeni dizi arayanlar mutlaka bir göz atsın derim ben.


23 Temmuz 2013 Salı

Conviction - Mahkumiyet

Betty Anne ve Kenny Waters kardeşlerin gerçek hikayesinden yola çıkılmış şahane bir film Conviction (Mahkumiyet). Adaletin her zaman adil olmadığını gözler önüne seriyor; suçluyor, kızdırıyor, üzüyor, sarsıyor. 

Massachussets, Ayer'de yaşayan Waters kardeşler, çocukluktan bu yana hiç ayrılmayan, birbirini çok çok seven ve sürekli birbirinin arkasını kollayan iki kardeştir. Babasız bir ailede, sorumsuz bir annenin yanında büyümenin bütün zorluklarını yaşamış, birlikte aşmışlardır. Kenny Waters, kasabada çocukluktan bu yana "sorumsuz, yaramaz, kavgacı" bir tip olarak görülür. Bir gün bir cinayet yüzünden hapse girer, yalancı şahitler ve jüri kararıyla hüküm giyer. Abisinin suçsuz olduğuna inanan Betty Anne, bunu kanıtlamak için elinden geleni yapar. Temyiz kararının da aleyhlerine çıkması üzerine Betty Anne hukuk okumaya ve abisini kurtarmanın başka yollarını aramaya başlar. Kocasını, çocuklarını ikinci plana atar ve kendini bu davaya adar. Uzun yıllar sürecek mücadele artık başlamıştır.

Betty Anne Waters'ı canlandıran Hilary Swank, azimli ve güçlü kadın imajını muhteşem bir şekilde yansıtıyor filmde, gözlerinizi ondan alamıyorsunuz. Sam Rockwell'in deli dolu karakter Kenny Waters'ı canlandırması da takdire şayandı. Suç temalı dizilerin yönetmeni oyuncu Tony Goldwyn'i de es geçmemek gerek; duygu yüklü sahneler son derece samimi ve başarılıydı.

Conviction, "asla pes etme" mesajını güçlü şekilde veren bir film. Gerçek bir olaydan yola çıkması da etkileyiciliğini artırıyor. Herkes bu etkileyici hikayeye tanık olmalı.




21 Temmuz 2013 Pazar

We Need To Talk About Kevin - Kevin Hakkında Konuşmalıyız


Çocuğunuz sizi doğduğu andan itibaren hiç sevmese, ne yapardınız? Sizi çılgına çevirmek için, size zarar vermek için uğraşsa ne yaparsınız? Ortada hiçbir sebep yokken bunları yapan Kevin'ın ilginç hikayesinin anlatıldığı We Need To Talk About Kevin (Kevin Hakkında Konuşmalıyız) kesinlikle çok sert, çok çarpıcı bir film.

Sanki tek amacı annesine acı çektirmek için dünyaya gelmiş olan Kevin ve ailesinin hikayesi anlatılıyor filmde. Kevin yalnızca annesine böyle davranıyor, yalnızca annesiyle uğraşıyor, onu sevmediğini doğduğu ilk günden itibaren belli ediyor. Kevin'da bir gariplik olduğunu sezen annesi, eşiyle defalarca konuşmak istemesine rağmen, baba bu durumun safsata olduğunu düşünüyor ve üstüne düşmüyorlar. Kevin, mutlu, sade ve sıradan bir ailenin içinde mutsuz, kindar, acımasız ve umursamaz biri olarak yetişiyor. Her günü, kafasında kurguladığı o korkunç sona göre yaşıyor.

Lionel Shriver'ın 2003 yılında yayınladığı aynı adlı romanından uyarlanan filmin başrolünde Oscarlı oyuncu Tilda Swinton, John C. Reilly ve Ezra Miller var. Filmde en dikkat çeken performans kesinlikle Tilda Swinton performansı. Son derece etkileyici bir performans sergilediği aşikar, çok dikkat çekiyor. Bir diğer dikkat çeken oyuncu da Kevin'ın ergenlik çağını canlandıran Ezra Miller. Son dönemde yer aldığı projelerde dikkat çeken Miller, Kevin rolüyle de dikkatleri üzerine çekiyor.

Takdire şayan oyuncu performanslarının yanı sıra yönetmen Lynne Ramsay'e de koca bir parantez açmak gerekiyor. Ağır işleyen bir film olmasına rağmen, birkaç farklı zaman dilimine atıfta bulunarak flashback yöntemini etkin bir biçimde kullanan Ramsay, merak uyandırarak izleyiciyi uyanık tutmayı başarıyor. Ayrıca anne-oğul ilişkisinin en acıklı, en ürpertici anlarına tanık olduğumuz anlarda kullanılan aile temalı müzikleri de es geçmemek lazım; soundtrack konusunda da çok başarılı bir film olmuş.

Gerçekten tüyler ürpertici, sorgulatıcı bir psikolojik dram. Çocuk sahibi olup olmamayı düşündürecek kadar güçlü. Son zamanlarda izleyebileceğiniz en etkileyici filmlerden biri. İzlenecek filmler listenize mutlaka ekleyin, pişman olmayacaksınız.



8 Temmuz 2013 Pazartesi

Henkel Art Award 2013

Henkel’in Orta ve Doğu Avrupa çapında düzenleyeceği Henkel Art.Award.’a Türkiye’den katılacak sanatçı belirlendi. Başvuruları değerlendiren jüri, genç sanatçı Hera Büyüktaşçıyan’ı seçti.

Henkel’in Orta ve Doğu Avrupa çapında düzenleyeceği Henkel Art.Award. için Türkiye’den katılacak sanatçı belirlendi. Başak Şenova (Küratör), Bige Örer (İstanbul Bienali Direktörü), Zeren Göktan (Sanatçı), Erdağ Aksel‘den (Sanatçı ve Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi) oluşan jüri 11 Haziran’da bir araya geldi. Sanatçı Hera Büyüktaşçıyan’ı seçen jüri üyeleri, gerekçelerini şöyle özetledi:

"Hera Büyüktaşçıyan’ın araştırmaya dayalı, mekana özgü yerleştirmeleri, mekanın fiziksel özelliklerinin yanı sıra tarihi ve psikolojik karakterine göndermeler yapar. Jürinin Hera Büyüktaşçıyan’ı seçmesinin sebebi, bu yapıtların üretimindeki duyarlı ve derin yaklaşımdır."

Ödül, Aralık ayında sahibini bulacak

Uluslararası değerlendirmeyi yapacak olan jüri ise tüm katılımcılar arasından beş finalisti aday göstermek üzere 2013 sonbaharında toplanacak. Ödül sahibi, Aralık ayında Viyana’da gerçekleştirilecek olan galada ilan edilecek. Türkiye’yle birlikte 23 ülkeden kreatif görsel sanatçıların katılımına açık olan Henkel Art.Award.’ta ödül, KulturKontakt Austria ve Viyana Modern Sanat Müzesi’nin (Museum der Modernen Kunst Stiftung Ludwig Wien - mumok) işbirliğiyle verilecek. Birinciliği kazanan sanatçı, 7 bin Euro para ödülünün yanı sıra, kendi ülkesinde ve Viyana’da bulunan mumok’ta birer kişisel sergi imkânı da kazanacak. Böylece ödülün toplam değeri 35 bin Euro’ya ulaşıyor.

“Henkel’in desteği, motivasyon sağlıyor”

Hera Büyüktaşcıyan konu ile ilgili yaptığı açıklamada, ''Öncelikle Henkel CEE'ye sanata ve genç sanatçılara verdikleri destekten dolayı çok teşekkür etmek istiyorum. Güncel sanat alanında verilen bu gibi destek programları özellikle genç sanatçıları sadece sanat pratikleri açısından değil, motivasyon sağlamak ve üretim arzusunu desteklemek anlamında da çok büyük değer taşımakta. Bu anlamda benim için de çok büyük bir motivasyon kaynağı oldu.  Henkel Art Award yarışmasının, Türkiye adına uluslararası finale katılmaya layık görülmek beni çok gururlandırdı. Bu anlamda değerli jüri üyelerine ve Türk Henkel'e çok teşekkür ederim” diye konuştu.

Hera Büyüktaşçıyan kimdir?

1984 yılında doğan Hera Büyüktaşçıyan, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sanat eğitimini tamamladı. Büyüktaşçıyan işlerinde toplumsal kimlik ve bellek, aidiyet, ötekilik, tekillik ve zenofobi gibi kavramlar üzerine odaklanıyor. Büyüktaşçıyan'ın katıldığı sergilerden bazıları şunlar:

'Değişkenler & Dönüşkenler' (2009, İstanbul); 'İstanbul’da Yaşıyor ve Çalışıyor' (2010, İstanbul); 'art.homes' (2010-2011, Münih-İstanbul); 'Worthy Hearts' (Yerevan, 2011); 'Looking Somewhere to Land' (Stokholm, 2012),'Yansıma Üzerine Düşünceler' (2012, Galeri Mana, İstanbul), 'Blur' (Münih, 2012), 'Haset, Husumet, Rezalet' (2013, ARTER, İstanbul), 'Unutulanın Hatıraları' (2013, Adahan, İstanbul) ve 'Bir İkindi Macerası' (2012, SALT Beyoğlu, İstanbul)

Henkel dünya çapında Çamaşır ve Ev Bakımı, Beauty Care ve Yapıştırıcı Teknolojileri olmak üzere üç iş biriminde lider markalar ve teknolojilerle faaliyet göstermektedir. 1876 yılında kurulan Henkel, Persil, Schwarzkopf ve Loctite gibi tanınmış markaları ile faaliyet göstermekte ve hem tüketici ürünleri hem de endüstriyel alanda, global olarak pek çok pazar liderliği bulunmaktadır. Tüm dünyada yaklaşık 47.000 çalışanı bulunan Henkel, 2012 mali yılında 16 milyar 510 milyon Euro’luk satış ve 2 milyar 335 milyon Euro’luk faaliyet karı gerçekleştirmiştir. Henkel imtiyazlı hisse senetleri, Almanya DAX borsa endeksine kayıtlıdır.


8 Nisan 2013 Pazartesi

İnsan Derisi Üzerine Yazı Yazmak

18. yüzyılın sonunda Büyük Petro'nun ardından yönetimin başına gelen İkinci Yekaterina'dan duyulan sözdür "insan derisi üzerine yaz yazmak". Çariçe, yönetime geldikten sonra Çarlık Rusyası'nı Fransız aydınlanmasına taşıyarak ve soyluların yönetimdeki gücünü arttırarak halka karşı acımasız baskıcı rejimler uygulamış, Batılılaşmak adına ülkeyi küçük bir aristokrat grubun eline vermiş; yönetici sınıf güçlendikçe, halk ezilmiştir.

Diderot'la yazışmalarından birinde bahsi geçen ifadeyi şöyle kullanmış Çariçe: "Siz kağıt üstünde çalışıyorsunuz. Kağıt dümdüzdür, incedir, kıvraktır, her yöne katlanır. Aklınızın, kaleminizin hiçbir yaratısına karşı koymaz. Oysa ben, bir devlet yöneticisi olarak düşüncelerimi ve eylemlerimi insan derisi üzerine yazıyorum. İnsan derisi; sinirlenen, gıdıklanan, incinen ve üstüne, kağıda yazıldığı gibi yazılar yazılamayan bir nesnedir."


Çariçe böylece kendi devlet yöneticiliği anlayışını açıklarken, günümüz koşullarındaki devlet yöneticiliği anlayışını da açıklıyor aslında. Günümüzün liderleri Çariçe'nin bu sözünü bilir mi, bilemeyiz ama düşündüm de; çoğunun yaptığı şey insan derisinin üzerine yazı yazmak. Savaşmak, bombalamak, taşlamak, asker/sivil öldürmek, devlet gücüyle baskı kurmak, silahlanıp ayaklanmak; hepsi insan derisi üzerine yazı yazabilenlerin başarısı. Başarı evet, bu zihniyetin ideası, bunu bir başarı olarak görmektir. Bugün burada konuştuğumuz, üzüldüğümüz, kızdığımız, zarar gördüğümüz her durum, insan derisi üzerine yazı yazabilenlerin haksız gururu. Bugün kalemi elinde tutanlar eğip bükerek, kalıba sokarak, yönetim ideolojilerini halkın beynine kazımaya çalışarak, arkasına kattığı öfkeli kalabalığı kışkırtarak, elindeki gücü güçsüzleri ezmek için kullanarak ve düşüncelerini her kesime empoze edip tek tip bir toplum yaratmaya çalışarak insan derisini kazıyorlar. Direnenin canı çok yanıyor, direnmeyen yazılanı yaşıyor.

Yüzyıllar geçiyor ama kalemi elinde tutanların hırsları ve yazdıkları hiç değişmiyor. 


27 Mart 2013 Çarşamba

Kumdan Hatıralar


Sene 1999. Didim - Altınkum sahilinde bir akşamüstü. Sahil yavaş yavaş tenhalaşmaya başlamış, güneş de ufka yaklaşıyor. Bir adam dalgaların bittiği yere ıslak kumları yığmış, bir şeylerle uğraşıyor. Bir sürü insan merakla başında bekliyor elleriyle kuma şekil veren adamın. Bir süre sonra o ıslak kumlar şekillenmeye başlıyor. Yüzükoyun sahile vurmuş bir denizkızı var dalgaların bittiği yerde; elleri iki yana açılmış, kuyruğuyla uzanmış boylu boyunca. Belinin kıvrımları, kollarının altından taşan memeleri, kuyruğundaki pul izleri... Bir şeyi eksik; upuzun saçları. Adam gidip denizin içinden alıyor kumu bu defa. Süzülen kumları başından kuyruk sokumuna kadar akıtıyor. Rüzgar vurup biraz kuruduğunda pelikleri ortaya çıkıyor denizkızının. Her yeri muntazam. Kumdan ama gerçek gibi. Yüzü görünmüyor ama belli ki efsanelerdeki kadar güzel.

Kumdan heykel bittiğinde herkes şaşkın. Adam içinse son derece sıradan, defalarca yaptığı sanat eserlerinden sadece biri belki de sahile vurmuş denizkızı. Şöyle bir bakıyor, gülümsüyor, gurur da var tabi, vücut dilinden belli oluyor. Fotoğrafını çekip, eşyalarını toparlayıp gidiyor. Güneş iyiden iyiye akşama bırakıyor yerini, sahil boşalıyor. Denizkızı artık yalnız, geceyle baş başa. 

Sabah merak edenler sahilde denizkızını arıyor. Belli ki o, ait olduğu yere, denize dönmüş. Dalgalar yardım etmiş ona, izi bile kalmamış sabaha. Yalnızca gözler şahit denizkızına. Tek bir film karesinden başka hiçbir yerde yok. Yalnızca görenler anlatabiliyor onu. Sanal dünyada yok; gerçek ve yalnızca hatıralarda kalacak. Anlatıldıkça denizin derinliklerinde, kum tanelerinde yaşayacak.



16 Mart 2013 Cumartesi

Life of Pi - Pi'nin Yaşamı

İnanmak istenilen bir hikaye Pi'nin Yaşamı; Tanrı'yla yakınlaşmak için her yolu deneyen, öğrenmekten usanmayan Pi'nin, Tanrı'nın onu terk ettiğini düşündüğü anlarda bile O'nun peşini bırakmamasının fantastik hikayesi. İzledikten sonra etkisinin daha uzun sürmesini isteyeceğiniz türden bir film, akıllarda da hayata ve inançlara dair onlarca soru işareti bırakan.

Kanadalı yazar Yann Martel'in 2001 yılında okuyucuyla buluşturduğu Pi'nin Yaşamı, 2012 yılında Ang Lee'nin gözüyle beyaz perdede izleyiciyle buluştu bu defa. Fantastik öğeler ve ilginç bir hikayeyle bezenmiş kitap, sinemacıların ilgisini zaten uzun zamandır çekiyordu. Belki de onu büyülü dakikalara çevirecek bir yönetmeni bekliyordu, kim bilir. Kitabı okumadım ama Ang Lee'nin bizlere izlettiği şölene dayanarak söyleyebilirim ki; eminim kitabı okuyanlar, bu hikayenin hakkının fazlasıyla verildiğini söyleyecektir.

Pi'nin Yaşamı, Hintli Pi Patel'in yaşamını anlatan büyülü bir hikaye. Pi, adını Fransa'daki halka açık bir havuzdan alan, çocukluktan bu yana keşfetmenin öğrenmenin ve en önemlisi de inanmanın kıymetini bilip, bunların peşini asla bırakmayan sıradışı bir çocuk. Babasının hayvanat bahçesindeki kaplana eliyle et yedirmeyi deneyecek kadar da cesur, korkusuz ve inançlı. Çocukluğundan bu yana inanmayı ve Tanrıyı sorgulayan Pi, bütün dinleri inceler, kendince sorgular ve bütün inançlarda kendini bulur. Hiçbir canlının kendisine zara vermeyeceğini, inandığı Tanrının onu her zaman koruyacağını ve yol göstereceğini düşünür. Bir gün, çok vakitsiz bir zamanda ailesi hayvanat bahçesini boşaltmak, hayvanları da satmak için Amerika'ya götürmek zorunda kalır. Büyük bir kargo gemisiyle, yüzlerce hayvanla birlikte yola çıkarlar. Yolculuk esnasında fırtınaya yakalanırlar, Pi kazadan kaplan Richard Parker, zebra, orangutan, sıçan ve sırtlanla birlikte kurtulur. Okyanusun ortasında, bir filikada yaşam mücadeleleri başlar böylelikle.

Yolculuk boyunca Pi'nin yaşadıkları inanması zor şeyler. Bunca yıl okuyarak biriktirdiği bilgiler, kısacık yaşamındaki tecrübeleri ve inançları, bu zorlu yolculukta ona yardım edecek şeylerdir artık. Etkisi uzun süre geçmeyen ilginç hayat hikayesiyle Pi, okuyucuyu da, izleyiciyi de büyüleyen bir yapım olmuş kesinlikle.

Yönetmenliğini Ang Lee'nin yaptığı filmin senaryosu David Magee tarafından kaleme alınmış. Ang Lee'nin filmi alıp çok başka yerlere taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Görsellik, kullanılan efektler ve seçilen oyuncularla film, son yıllarda izlenmesi gereken en iyi filmlerden biri haline gelmiş. Çocukluğundan yetişkinliğine dek Pi Patel'i oynayan oyuncular Suraj Sharma, Irrfan Khan, Ayush Tandon ve Gautam Belur şahane oyunculuk sergilemişler. Adil Hussain, Tabu, Ayan Khan, Mohd Abbas Khaleeli, Vibish Sivakumar ve Rafe Spall'dan oluşan kadro son derece güzel iş çıkarmış. Ve ayrıca, kısa da olsa Gerard Depardieu ile karşılaşmak da filmin sürprizlerinden biri.

4 Oscar'lı Pi'nin Yaşamı metaforlarla, dayandığı, gücünü aldığı hikayelerle donatılmış şahane bir hayat öyküsü. Sorgulayan, düşündüren ve etkisi altına alıp kolay kolay bırakmayan bir film. İyi ki yazılmış, iyi ki sinemaya uyarlanmış dedirtecek kadar güzel. Umarım izledikten sonra siz de benzer şeyleri hissedersiniz.

2 Mart 2013 Cumartesi

Dediler Ki...


"Bildiğim bir şey varsa o da, niçin, nasıl olduğunu bilmeden ahmakça ıstırap çektiğimiz, öldüğümüzdür. Şunu da biliyorum ki; bizim en büyük hatamız, mutluluğumuza fazla düşkün oluşumuzdur. Halbuki hayat, bizim arzularımıza karşı kayıtsızdır; mutluysak tesadüfen, mutsuzsak gene tesadüfen."   Panait ISTRATI - Angel Dayı, 1927

"En büyük ahlaksızlığımız, dedim kendi kendime, bir aşkı yaşamamaktır. Hayatı mümkün olan en geniş haliyle yaşamak gerekir."   Barış BIÇAKÇI - Bizim Büyük Çaresizliğimiz, 2004

"Dikkatinizi çekmek isterim ki, benim yerimde o olabilirdi, onun yerinde de ben. Ama neylersiniz, böyle buyurmuş talih. Herkes kendi payına düşeni yaşar."   Samuel BECKETT - Godot'yu Beklerken, 1952

"Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler. Tabii bu evlenmede herhangi bir müşterek hayattan ziyade erkek için evde bir kadın bulunması; kız için de "münasipçe bir kısmet" varken kaçırılmaması düşünülmüştür. Bu izdivaç mikrobu evlendikten sonra faaliyetine başlar: Evvelce birtakım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakaytlık gelir. Evde meram anlatmaya asla imkân olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daima bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür. Evlendikten sonra bir adamın büyün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunamayan meziyetler ve saadetler araştırmaktır."   Sabahattin ALİ - Kuyucaklı Yusuf, 1937

Haftamı Şenlendirenler


Haftamın Kitabı: Feyza Hepçilingirler'in dil üzerine yazdığı üçlemeden ikincisi Dedim "Ah" elimdeydi bu hafta. İlk kitap Türkçe "Off"un devamı niteliğinde, ama bu kez daha uzun ve araştırma yazılarıyla dolu. İlk kitaba nazaran biraz daha sıkıcı ama örnekler yine komik, yine "ah" dedirtiyor. Sayfaların içinde Türkçe ve İngilizce birbirine karışmış ilanlar, reklam panoları var. Hem komik, hem de Türkçenin gidişatını göstermesi açısından düşündürücü bir kitap. Meraklısı kaçırmasın.

Haftamın Filmi: Silver Linings Playbook, Türkiye'deki adıyla Umut Işığım son zamanların en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Oscar adaylığı ve Jennifer Lawrance'e Oscar Heykelciğini kazandırması dikkatleri daha da üzerine çekti. Her ne kadar Oscar'a uzanacak kadar uzun boylu bir film olduğunu düşünmesem de; oyuncu kadrosu ve hikayesi ile izlenecek filmlerden biri. Filmde bipolar bozukluğundan dolayı kontrolsüz davranışlar sergileyen Patrick'in hastaneden eve, ailesinin yanına dönmesi, eski karısına olan takıntısı ve hayatına yeni giren Tiffany ile olan garip ilişkisi anlatılıyor. Filmde Jennifer Lawrance'in yanı sıra Bradley Cooper, Robert De Niro ve Jacki Weaver var.

Haftamın Albümü: Tiyatro sahnesinden ve televizyon dizilerinden aşina olduğumuz başarılı oyuncu Ayça Varlıer, gerek rol aldığı müzikallerde gerekse Emir Ersoy'un Projecto Cubano ile yaptığı albümlerde sesini dinleyicilere kanıtlamıştı. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı ilk albümü Elif de geçtiğimiz günlerde dinleyiciyle buluştu. Ayça Varlıer'in güçlü sesi, albümdeki şarkılarla bütünleşmiş, ortaya dinelemesi pek güzel albüm çıkmış ortaya, mutlaka dinleyin.

Haftamın Dizisi: Edgar Allan Poe hayranı, güzel kızlara takıntılı bir seri katili ve peşindeki ajanı anlatan bir gerilim hikayesi olan The Following, Fox'un yeni sezonda en çok dikkat çeken dramalarından biri oldu. Gotik romantizmi seven, Poe'ya tutku derecesinde hayran olan, evli, çocuklu bir edebiyat profesörünün nasıl bir seri katile döndüğünü, yakalandıktan sonra bile etkisini nasıl sürdürdüğünü gösteren iyi bir iş çıkmış ortaya bu diziyle. Sıkı da bir izleyici kitlesi yakalayınca The Following, bu sezonun en iyi yapımlarından biri olarak gösteriliyor şimdi. James Purefoy ve Kevin Bacon'un sıkı performansı, dram-gerilim-aksiyon üçlemesiyle desteklenmiş senaryosu ile The Following, merakla takibe aldıklarım arasında.

22 Şubat 2013 Cuma

Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi

"Small town. Big secrets." mottosuyla Cinemax ekranlarında gösterilmeye başlayan ve daha ilk bölümle ses getirmeyi başaran yeni dizi Banshee'den bahsedelim biraz, ne dersiniz?

Banshee son derece karanlık, çetrefilli, zor bir hikaye. Azılı bir hırsız olan kahramanımız, sevgilisiyle birlikte alengirli bir soygun işindeyken yakalanıyor, sevgilisine elmasları verip, teslim oluyor. Aradan 15 yıl geçiyor, hırsızımız hapisten çıkıyor, hikaye de tam bu noktada başlıyor. Önce elmasları alıp götüren ve hapishanedeyken onu bir kere bile arayıp sormayan sevgilisinin peşine düşüyor; ama ikisinin de peşinde daha büyük güçler, karanlık adamlar var. Bir yandan onlardan kaçarken, bir yandan da eski sevgilisini arıyor, elinde bir adres, yolu Banshee kasabasına düşüyor. Kasabanın barında takılırken, içeriye kasabanın yeni şerifi giriyor, ardından da kasabanın belalılarından birinin fedaileri. Yeni şerif çıkan çatışmada ölüyor, bizim hırsızın aklına o an dahiyane bir fikir geliyor: Şerifin yerine geçmek.

Hikaye böylece pilot bölümde pişiyor, önümüze bu şekliyle servis ediliyor. Artık bu noktadan sonra Şerif Hood'un maceralarını izliyoruz. Western'e yaptığı göndermelerle, ilginç tipleri ve garip hikayesiyle Banshee, bu yılın iddialı dizilerinden biri olarak televizyon ekranında boy gösterdi. Son derece klişe öğelerle bezenmiş gibi dursa da, Banshee oyunculukları ve iç içe geçmiş gizemli hikayeleriyle izleyicide ciddi derecede merak uyandırıyor. 2. sezon onayını şimdiden alan dizinin yapımcılarının da Six Feet Under ve True Blood yaratıcıları  olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Başrollerinde Antony Starr ve Ivana Milicevic'in rol aldığı Banshee, western öğeleriyle süslenmiş karanlık hikayesi, oyunculukları ve bol aksiyonuyla bu yılın en iddialı yapımlarından biri. Bu türde dizileri sevenler Banshee'yi göz ardı etmesinler.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Luxus Orient Blues

Bi'Lareya by Luxus on Grooveshark


İşini severek yapan insanların elinden her zaman güzel işler çıkıyor. Luxus da size "o" insanlardan oluşan bir topluluk gibi gelmiyor mu? Severek çalıyorlar, çalarken eğleniyorlar ve ortaya şahane bir müzik çıkarıyorlar. Luxus son yıllarda hayatımıza girmiş en güzel gruplardan biri, öyle değil mi?

Luxus, 2005 yılından beri orient blues müziğin en güzel örneklerini sergileyen enfes bir grup. 2000'lerin başında Alper Bakıner'in sahne projesi olarak tasarladığı Luxus, birkaç sene içinde Balkan ve Anadolu ezgilerini rock müzikle harmanlayan, dinlemelere doyulamayacak bir grup haline geldi. Kurulduğu ilk zamanlarda İstanbul'un çeşitli yerlerinde sahne alan grup, dinleyici kitlesini büyüttü ve 2008 yılında ilk albümü Acayip Şeyler ile karşımıza çıktı. Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş şarkısına getirdikleri bambaşka yorumla dikkat çektiler, ardından Acayip Şeyler'e klip çekip bize "mavi kafalı fil"i sordular, nakaratta "bana bir şeyler oluyor, acayip şeyler oluyor" diye dans eden şahane bir konser kitlesi yarattılar. Daha sonra Balans ve Tolerans adlı neşeli şarkılarını da kliplendiren grup, albüm içindeki diğer şarkıları da televizyon programlarında seslendirip tanıttılar. Yeniden yorumladıkları bir diğer şarkı Haydar Haydar, Üsküdar ve Yuvasız Kuş da keza çok sevildi. Albüm tanıtımı ve konserlerle geçen üç senenin ardından, 2011 yılında ikinci albümleri Bi' Lareya'yı yayınladılar. Ada Sahilleri ve Bir Kadeh Daha Ver gibi güzel cover parçaların yanı sıra, yepyeni şarkılar da pek sevildi, neşelendirdi, hüzünlendirdi.

Keman ve vokalde Alper Bakıner, akordeonda Ozan Akgöz, davulda Burak Beyrek, basta Olcay Bozkurt, perküsyonda İsmet Kızıl, gitarda Cem Kurt, trombonda Mikail Şimşek ve klarnette Kamucan Yalçın grubun manifestosunda şöyle diyorlar, bize de çok söz bırakmıyorlar haliyle:

"Hayat, bize ‘acayip’ bir takım ‘şeyler’ olduğuna dair irrasyonel kanıtlarla zaten tıka basa dolu. Bizim tek yaptığımız, bunlara hafif yan gözle bakıp, sinsice gülümsemek.. Bunu seçtik çünkü, yeri hazin gözlerle arşınlayan bakışlardan gerçekten çok sıkıldık. Tekrarlandıkça içi boşalan bir takım karanlık argümanların yerine; hayatın dandikliğine takla atarak ve dil çıkararak karşı durmaya karar verdik.

Ve takla attıkça fark ettik ki;

LUXUS; hayattan bunalmanın alternatifi değil, o bunalımın ta kendisidir. Gazetelerdeki asık suratlıların ve kokusunu yaydıkları politik mendeburluğun yüzüne çizilmiş bıyıktır.

Saptığı sokak ve çıkaracağı seslerle ilgili; taze ve anlık oluşları dışında hiçbirşeyi vaat etmeyen, yolcu kapasitesi oldukça geniş bir cadı süpürgesidir.

Ve dil çıkarttıkça gördük ki;

LUXUS; her seferinde başka renklerde ışık yayan 7 kişiden mürekkep bir şiirli lambadır. Boynunuzdaki kravatın yasaklanmış göbek atma isteğidir. Çaresizliğin kıçında patlayan siyah deriden dede terliğidir. Terli terli su içmenin yegane bahanesidir. Elinizde patlama ihtimali oldukça yüksek bir sıhhatli bombadır.

Şudur, budur."


7 Şubat 2013 Perşembe

Haftamı Şenlendirenler


Haftamın Kitabı: Dil konusunda titiz olanların en sevdiği hocalardan biridir Feyza Hepçilingirler. Öykülerinin dışında, dille ilgili yazdığı eğlenceli kitaplarla da pek sevildi. Üçlemenin ilk kitabı olan Türkçe Off, televizyonda, köşesinde, radyoda yanlış konuşan, kelimeleri yanlış telafuz eden ünlülerin hatalarını esprili bir dille düzeltmek uğruna yazılmış keyifli bir kitap. Türkçenin günümüzde ne denli yozlaştığını, halka örnek olması gereken kişilerde bile nasıl dikkatsizce kullanıldığını örneklerle, eleştirel bir dille anlatırken, Feyza Hepçilingirler'in o tatlı-sert eleştirileri gülümsetiyor. Ben dizinin 3. kitabı olan Dilim Dilim Anadilim'i tesadüfen edinmiş ve okumuştum. Geçtiğimiz aylarda Tüyap Kitap Fuarı'nda serinin 1. kitabı olan Türkçe Off'u bulunca dayanamadım, meraktan aldım. Eski bir kitap olmasına rağmen bence güncelliğini hiç yitirmemiş. Eski siyasetçilerin, şarkıcıların, spikerlerin gaflarını ve dil yanlışlarını okumak oldukça nostaljikti. Üstelik son çıkan basımında Feyza Hoca kendisine gelen eleştirileri ve onlara verdiği cevapları da eklemiş kitap sonuna. Dil konusunda meraklıysanız, kaçırmayın derim.

Haftamın Filmi: Ted'in vizyona girdiği vakitlerde fragmanın göz ucuyla izlemiş, canlanmış bir oyuncak ayının komikliklerini bir ara izlerim diye geçiştirmiştim. Geçtiğimiz günlerde filmin sonunda bu eğlenceyi bu kadar geç izlediğim için kızdım kendime. Ted, sevimli bir konuşan oyuncak ayı olmanın çok ötesinde küfürbaz, çapkın, sosyal ve çenesi düşük şahane bir karakter. Başrol oyuncusunun sevimli oyuncak ayısı ve onun maceraları tadında naif bir şeyler bekliyorsanız, hiç beklemeyin. Ted ve sahibi John'un hikayesini izlerken gülmekten kırılacaksınız. Şahane esprilerle bezenmiş filmin başrolünde Mark Wahlberg ve Mila Kunis var. Ted'i seslendiren ise Ted'in yaratıcısı ve filmin yönetmeni Seth MacFarlane. Eğlenceli birkaç saat için Ted'i mutlaka izleyin.

Haftamın Albümü: Teoman'ın Duş ve Bana Öyle Bakma şarkılarındaki vokal performansı ile dinleyicileri büyüleyen İrem Candar, sonunda ilk solo albümünü yayınladı. Merakla beklenen Erik Ağacı adlı albümün çıkışı 2013 yılının başına tekabül etse de, Yoldan Geçen Adam şarkısı önce Behzat Ç.'de çalındı ve çok sevildi. Ardından Rüya ve Bi'şey Olsun şarkılarına klip çekildi. Dijital platformlarda pek sevilen şarkılar 2013 başında dinleyicilerin beğenisine sunuldu. Keyifle dinlenen, güzel bir albüm.

Haftamın Dizisi: Altın Küre ödüllerinden en iyi komedi-müzikal dizi dalında zaferle ayrılan yepyeni bir dizi vardı bu yıl: Girls. Lena Dunham bir hikaye oluşturdu, senaryolaştırdı ve yönetmen koltuğuna geçti. Hbo kanalında yayınlanmaya başlayan Girls, kısa süre içinde izleyici topladı ve alabileceği en iyi ödüllerden biri olan Altın Küre'yi kaptı. Girls, New York'ta çalışan ve okuyan 4 kız arkadaşın hikayesi. Tarz açısından epeyce Sex and the City'i andırıyor. Ama bu daha çok orta sınıfın hikayesi. Kızlar başına buyruk, marjinal yaşamı seviyor ve bu uğurda yaşamda hiçbir şeyi atlamak istemiyorlar, akıllarına eseni yapıyorlar. Bir yandan da yaşamı ve ilişkileri sorguluyorlar kendi tarzlarında. Sanırım diziyi izlettiren ve sevdiren kısım da bu; sorgulayışın şahane diyaloglar çıkarması. Bolca cinsellik de barındıran dizi, etkileyici diyalogları ve cesur sahneleriyle 2. sezonuna tam gaz devam ediyor. Dizi sevenler kaçırmasın.


1 Şubat 2013 Cuma

Albüm Güzellemesi: Melis Danişmend - Biraz Gülmek İstiyordum

Son birkaç yılda alternatif müzikte kadın vokallerde en dikkat çeken isimlerden bir tanesi Melis Danişmend. İlk albümü Daha Az Renk ile fazlasıyla dikkat çekmiş, Bin Doz Öfke, Her Şey Normal, Sarhoşken Pişkin Ayıkken Pişman gibi şarkılarla tekrar tekrar dinleme isteği yaratmıştı. Üstüne bir de Feridun Düzağaç'ın ta derinlere dokunmalı şarkısı Çok Geç'i dokundura dokundura seslendirince Melis Danişmend daha da çok sevildi. Şarkı sözleri, müziğe bakış açısıyla farklı bir yer edindi müzik piyasasında. Hal böyle olunca yeni albüm bekleyişleri çoğaldı. Merakla beklenen ikinci albümü Biraz Gülmek İstiyordum sonunda çıktı görücüye. 

Albüm, hani şu "dinledikçe" güzelleşenlerden. İlk dinlediğinizde bir şarkı seçiyorsunuz en güzel  bu diyebileceğiniz. Dinledikçe, kulağa daha yatkın geliyor şarkılar, alışıyor ve daha da sevmeye başlıyorsunuz. Melis Danişmend'in o duru sesi, akustik gitar ve piyano ile birleşip, dinleyiciyi etkisi altına alıyor. İlk albümden farklı olarak bu albümde davula da kulak veriyoruz, parçalar haliyle biraz daha hareketli, ritimli. Şarkıların tümünün sözü ve müziği Melis Danişmend'e ait. Tarzıyla, sözleriyle farkını koyuyor ortaya hemen. Biraz Gülmek İstiyordum kışın en güzel albümlerinden biri bana göre. Her albümün dinleyici için bir gözbebeği vardır illaki; Ufak Tefek Notlar albümün en sevdiğim parçası, nacizane notumu da düşeyim.

Albümün tamamını buradan dinleyebilirsiniz: http://www.ttnetmuzik.com.tr/#album-Biraz_Gulmek_Istiyordum-278256

13 Ocak 2013 Pazar

One Day - Bir Gün

Ertelenmiş bir aşkın hüzünlü hikayesi Bir Gün. Çıkış noktası tek bir gün, sonradan kıymeti bilinen. Varış noktası ise hüzünlü bir hatıra, geçmiş günlerden. Anne Hathaway ve Jim Sturgess'in başrolünü paylaştğı bu film, bizlere bir şeyin yaşanması gerekecekse bir gün mutlaka, elbet yaşanacağını, bunun da tek bir günde yazıldığını anlatıyor.

Film, David Nicholls'un One Day romanından uyarlama. Kitap çıktığında hızla önce İngiltere'de, sonra da dünyada "bestseller"lar arasına yerleşti, haftalarca liste başı kaldı. Sonra da yapımcıların ilgisini çekti ve yönetmen Lone Scherfig tarafından sinemaya uyarlandı. Günümüzde teknolojinin bu denli gelişmesi, üç boyutlu, bol aksiyonlu, maceralı filmlerin yüksek gişe hasılatı, artık bu tarz filmlerin endüstriyi ele geçireceğini düşündürtse de, 2009 yılında yayınlanan bu kitapla bir kez daha aşk hikayelerinin ölmeyeceğini, raflarda ve beyaz perdede kendine her daim yer bulacağını kanıtladı bir kez daha.

Filmde, 1988 yılında üniversitenin bitiş günü tanışan Emma ve Dexter'ın hikayesi anlatılıyor. İkili o geceyi sarhoş bir halde geçirmeyi planlıyorlar. Sonrasında arkadaş kalmaya karar verip, seneler içerisinde ara ara telefonlaşıyorlar, mektuplaşıyorlar, birlikte tatile çıkıyorlar ama uzun bir süre bir kurala sadık kalıyorlar: Arkadaş kalma kuralı. Ne Emma'nın ta en başından beri Dexter'a karşı var olan hisleri, ne de Dexter'ın arzuları bu kuralı yıkamıyor. Yıllar geçiyor, ilişkileri zaman zaman sekteye uğruyor ama ikisi de bu arkadaşlığı sürdürmeye devam ediyor. Zaman içindeki değişen kişilikler, başka hayatlar yaşamaları, hiçbir şey bu ikiliyi birbirinden kopartamıyor. Ta ki "bir gün"e kadar...

Sevip de kavuşamayanların Yeşilçam filmi kadar hüzünlü Bir Gün... Bir aşkı en saf haliyle anlatacak kadar aşka sadık... Kaderin oyunlarına direnenleri daha güçlü kılacak kadar zorlu lakin güzel. Aşk, zaten zorluklarla karşılaştıkça daha da güçleniyor, kaçtıkça daha çok üstünüze geliyor. Bu film, bunun hikayesi aslında. Okuyana da, izleyene de mutlak bir yerinde biraz tanıdık geliyor. Oyunculuklarla ve mekanlarla taçlandırılmış bu güzel filmi izleyin derim ben. Biraz buruyor ama güzel, her aşk gibi...


11 Ocak 2013 Cuma

Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur!


Jazz ritimlerine biraz swing, biraz da elektronik eklense, muhteşem olmaz mıydı? Olurdu elbette, oldu da; electro swing diye şahane bir müzik türü çıktı 90'ların sonlarında. 2000'lerin başında da Parov Stelar çıktı sahneye, electro swing'in en güzel örneklerini sergileyebilen muhteşem bir müzik anlayışıyla hem de. İşte karşınızda Parov Stelar!

Kendisiyle tanışıklığım, tesadüfen kulağıma çalınan Coco şarkısından beri. Lilja Bloom'un seslendirdiği şarkıyı duyar duymaz, vokalin yanı sıra şarkıyı bu kadar güzel hale getirende de bir haller olduğunu anlamıştım. Diğer şarkılarını da dinleyerek, bu tahmin meselesini somutlaştırıp, sağlam kanıtlarla destekledim, Parov Stelar'ın şahane şarkılarıyla. Parov Stelar, günümüzde birkaç tür müziği leziz bir şekilde harmanlayarak bize sunan güzel insanlardan, dinlemeye fazlasıyla değen biri.

Parov Stelar, Avusturyalı bir müzisyen. Aslında adı Marcus Füreder ama o sahne adı olarak Parov Stelar'ı seçmiş. 1998 yılından beri sahnelerde aktif bir şekilde dj'lik yapıyor. Dünya turnelerine çıkıyor, arada Türkiye'ye de uğruyor. İlk albüm macerası 2000'lerin başına tekabül ediyor. 2001 yılında ilk albümü Shadow Kingdom LP'yi Plasma takma adıyla yayınlamıştı. Daha sonra 2004 yılında Stelar, Etage Noir Recordings'i kurarak albümlerini artık buradan yayınlamaya başladı. 2004 yılında yayınladığı Rough Cuts albümü hip hop esintili, nu-jazz ağırlıklı bir albümdü. Ardından 2005 yılında Seven and Storm geldi. İlk albüme nazaran bu albümde daha fazla konuk sanatçıya yer verdi. Yine nu-jazz'a ağırlık verdi. 2007 yılında Shine isimli albümü yayınladı Stelar. Albümle aynı adı taşıyan şarkıyı Lilja Bloom seslendirmişti ki, bu çalışma hem özel hayatta hem de başka albümlerle de müzikte bir ortaklığın doğuşu oldu. Parov Stelar boş durmayanlardan; 2008 yılına gelindiğinde de Daylight çıktı görücüye. 2009 yılında ise -benim favorim olan- Coco yayınlandı. Bu albüm, Lilja Bloom'un da güzel vokaliyle desteklediği, daha hüzünlü, daha romantik bir albümdü diğerlerine göre. Özellikle de çalıştığı kadın vokallerin seçimi çok şıktı, kabul etmek gerek. Ve geride bıraktığımız sene de 2 diskten oluşan The Princess albümüyle çıktı Parov Stelar ve bu albüm de oldukça beğenildi. Özellikle electroswing'in eğlenceli tınıları fazlasıyla sevildi.

Parov Stelar'ın müziği gerçekten farklıdır, elektronik müziğe kan veren asıl yapıtaşlarını asla göz ardı etmez. Piyano ile yumuşatır, davul ile sertleştirir, keman ile dokunur, plaklarla dans eder, makinelerde kendine has yarattığı tınıları ile birçok türe göz kırpar. Güzeldir, lezzetlidir onun aklından ellerine yansıyanlar. Mutlaka dinleyin, takibe alın. Bayılacaksınız, eminim...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı