Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Dur Dünya, Ben İneceğim




Bir gün bir şey gelir, tüm hayat enerjinizi alır, sizi ortada bırakır ya; bugün de öyle bir gün. İçim bir garip; günlerdir, aylardır, hatta yıllardır sindirmeye ve iyiye inanmaya çalışıyorum. Bir gün dünyada savaş bitecek, açlık bitecek, katliamlar bitecek; insanlar bu kadar kötü olamaz diyorum. Her gün iyiye inanmaya çalışıyorum. Ama genç insanların roketatarlarla, mermilerle, mayınlarla öldürülmesini hazmedemiyorum. Beyaz bayrak taşıyanların kara kurşunların hedefi olmasını anlayamıyorum. Hiç günahsız doğanların, günaha bulanmış ellerini görmek istemiyorum, ağır geliyor. Kimse zulüm için doğmamıştır bu dünyaya, biliyorum. Zalimler hangi dünyadan gelir? Dili, dini, ırkı var mıdır? Zalim, neden zalimdir? Bilemiyorum.

Çok acı gördü bu topraklar. Savaştan çok savunmak uğruna değerlerini, çok çok öldü. Barış da vuruldu çok defa, kan kaybından ölmek üzere artık. 21. yüzyıl diyoruz ya hani, her şeyin çaresinin yavaş yavaş bulunduğu asır. Bir barışa çare yok sanırım bu dünyada. Birileri hep ölmek zorunda. Birilerinin ideolojisi için, birilerinin hayalleri bitmek zorunda. Zaferin başladığı yerde, aşklar, aileler, mutluluklar ölmeli. Kirli dünyanın bozuk düzeni. İnsanlar yaşamak için değil, öldürmek için adeta. Gördüklerimiz korkunç, ağır; geleceklerimiz belirsiz, kulaklarımız sağır.

"Ben bir ağacı, bir insandan daha çok severim." demiş Beethoven. Şimdi halimizi görüyor olsaydı, haklı olduğu için üzülüyor olurdu. Zira ben sevemiyorum artık, istemiyorum. Sevince acıtıyor. İnsanı sevmek hayalkırıklığı 21. yüzyılda. Her şey boş geliyor artık, " can, sıkıntı sınırında* "


*Nilgün Marmara'dan alıntıdır.

30 Mayıs 2010 Pazar

Mest of Gündoğarken - Bir Başucu Albümü




Eurovision Şarkı Yarışması'nı izlerken, başka başka şarkılar geldi aklıma. Eskiden dinlediğimiz, müzik yapmanın daha değerli ve kutsal sayıldığı günlerden yeniden geçmek istedim. Çocukluğuma dönmek, hatta belki doğmadan önceki zamanlara yolculuk yapmak, zamanı geriye almak, çok geçer oldu içimden. Yenilere alışamamak her noktada bir düğüm oluşturuyor bende, çözülmesi zor. Yenileri sevmiyorum o kadar fazla, eskiler daha sıcak, daha özlenesi.

Güzel şarkılar deyince, bütünüyle güzel bir albüm gelir benim aklıma. Lokomotif olarak birkaç şarkının ön plana çıkarıldığı albümleri güzel olarak adlandıramıyorum artık, haksızlık ediyormuşum eskilere gibime geliyor. Albümün her bir şarkısı güzel olmalı, özel olmalı, özlenir olmalı. Yeniden dinlemek istemeli insan, eskimemeli aslında. Tarihler eskise de anlamlar taze kalmalı, sil baştan yenilemeli kendini.

Mest of Gündoğarken işte bahsettiğim bu albümlerden biri! İlhan Şeşen, Burhan Şeşen ve Gökhan Şeşen'den oluşan efsane grup Grup Gündoğarken'in "Best of" albümü. İçindeki şarkıların her biri şiir gibidir, her biri müzikal açıdan baş tacı edilesidir, altın değerindedir. Benim başucu albümlerimdendir, özeldir, güzeldir. 1998 yılından beri her daim severek dinlediğimdir.

Yaz Bulutları ile açılır albüm. "Şimdi bu dar yerlere sığılmaz gibi, düz maviler olmalı uçsuz bucaksız" derken, kendinizi mavileri isterken bulursunuz. Sonra hafifleşir, ağırlaşır biraz müzik, Hayallerimi Bırak çalınır kulaklara. "Bir roman kahramanı kadar güçlü değilim, biraz daha durursan yalvarıp ağlayabilirim" der sevgiliye açıkyüreklilikle. Sonra benim en sevdiğim şarkıya gelir sıra: Gibi Gibiyim. "Sıcak geceler gibi al beni kollarına bu gece, dokunsalar ağlayacak çocuk gibiyim. Denizdeki dalgaların ucuna beni sal bu gece, her yeni gün doğacak çocuk gibiyim" derken tüylerim diken diken olur benim. Beni benden alır bu şarkı ve nerelere götürür bilemem... Ve sıra o hepimizin bildiği efsane şarkıya gelir: Rüzgar. Vasili Papageorgiou ile seslendirir İlhan Şeşen. "Bana esmeyi anlat, bana sevmeyi anlat. Bana esmeyi anlat, esip geçmeyi anlat" derken hepimizin anıları canlanır. Sonra neşeli bir müzik çalınır birden: Yol Aldım Sevdalardan. "Yol aldım sevdalardan kendimi bulmak için, şarkılar türküler söyleyip yanmak için" der gitarın tellerine vururken. Yazın sonu, serin bir sonbahar akşamını tasvir eden enfes bir şarkı gelir sırada: Bir Yaz Daha. "Bir yaz daha umutlar, umutsuzluklar gizlice, biraz daha doyumsuz, biraz daha aşklar ümitsizce" Ve sırada yine bilindik bir şarkı, bir klasik Ankara'dan Abim Geldi vardır. "Ankara'dan abim gelmiş, evde bir bayram havası, annem babam beni çok severmiş" der, ne güzel anlatır eski günleri. Sonra kimselerin pek bilmediği bir şarkıya gelir sıra: Beni Aldatma. Öyle bir şarkıdır ki, tınılarıyla, sözleriyle melankolik havasına çekiverir insanı: "Beni aldatma, beni söyletme, yalanları düşündürür gözlerin. Böyle şeyler hep olmaz ki, fırtınalar hava sakinken kopmalı" Ferhan Şensoy'un şiirindedir sıra, ne güzel bestelenmiştir: Yıldızlar Da İsterim. "Yıldızlar da isterim, süslü olsun gökyüzlerim" der Ferhan Şensoy, masal tadında. Sonra muhteşem bir müzikle Sarmaş Dolaş şarkısı başlar; bu da bayıldıklarımdandır. Dans etmek duygusu uyandırır insanda; bir de bağıra bağıra söyleme isteği nakaratı: "Sarmaş dolaş kollarımda olmanı bekleyemem, çünkü yoksun yoksun yoksun artık sen! Ben kendime yeter oldum, başka bir ben istemem, çünkü çoksun çoksun çoksun artık sen!" Sonra marş tadında bir şarkı gelir: Bahar Oldum. "Şenlendi bahçelerim, hüznüme virgül koydum. Bir başkayım bu akşam, şimdi ben bahar oldum." Ve son şarkı çalınır kulaklara. Herkesin bildiği siyah beyaz, yağmur altında dans eden çiftlerin görüntülerinin olduğu klip canlanır birden gözlerimizin önünde. Romantik bir vals şarkısıdır Sen Benim Şarkılarımsın. "Geçmiş değil bugün gibi, yaşıyorum hala seni, sen hep benim yanımdasın. Gündüzümde, gecemdesin, çalınmasın söylenmesin, sen benim şarkılarımsın"

Unutulmaya mahkum olmuş ezgilere inat, Mest of Gündoğarken hep hatırlanması, tozlu raflarda bırakılmaması gereken muhteşem bir albümdür. Ben hep dinlerim; isterim ki, siz de dinleyin...

23 Mayıs 2010 Pazar

Yeni Başlayanlar İçin Twitter Rehberi




Kısa sürede önce dünyada, ardından Türkiye'de zirveye yerleşen yeni sitemiz: Twitter! Vatana millete hayırlı uğurlu olsun, zira biz Türkler Twitter'ın suyunu çıkardık; Facebook gibi. Efendim, kısaca kendisinden bahsetmek gerekirse; bir hesap ediniyorsunuz, sonra başlıyorsunuz yazmaya, istediğinizi yazıyorsunuz, saçmalayabiliyorsunuz hatta, tabi yazarken 140 karakter zorunluluğunuz var, yoksa yeniden 'twit'lemek zorunda kalıyorsunuz. 'Twit'lemek dedim de, hemen ondan da bahsedeyim; Twitter'ın adı 'tweet' kelimesinden geliyor. 'Tweet' İngilizce'de cıvıldamak, ciklemek anlamında kullanılıyor. Yani 140 karakterlik ekranda bir nevi cıvıldıyorsunuz, şuraya gittim, şöyle yaptım, şunu düşünüyorum diye. Tabi bunların çoğu bir saçmalık. Gittiği mekanı, oturduğu kişileri yazıp, bir de resim koyan ünlüler gelmeden önce sakindi Twitter. Daha rahattık biz sanki, ne zaman ünlüler akın etti, Twitter da bir garipleşti. Gerçek yüzlerini tanıdık bir nevi, kim akıllı, kim aptalmış şimdi daha iyi ayırabiliyoruz.

Twitter'ın en kullanışlı yanı yeni yazarlar keşfetmek ya da sevdiğiniz yazarları, gazetecileri, program yapımcılarını, oyuncuları takip edebilmek, bilgiye kolay erişebilmek. Ben Twitter sayesinde hem birçok blog yazarını tanıdım, hem de Aklına Mukayyet'in reklamını yaptım. Tüm bunların haricinde, anlık mesajlaşmalarla dertlere acil çözümler bulmak, fikir alışverişinde bulunmak için ideal bir site. Bir nevi hayatınızın akışının günlüğü. Günlük tutmayı sevenler, düşüncelerini uzun yazılar yerine, kısa cümlelerle paylaşmayı sevenler için vazgeçilmez bir site halini aldı gibi Twitter. Ulaşmayı hayal edemeyeceğiniz dünya starlarının da Twitter hesapları olduğunu söylemeden geçmeyelim. Twitter gerçekten iletişim aracı olarak, dünyanın önde gelen birçok sitesini solladı.

İşte Twitter kısaca böyle bir şey. Yazı yaz, paylaş, fikir alışverişinde bulun, günlük tut konseptli bir paylaşım sitesi. Ünlülerin akın etmesi, ünlülerin özel hayatından bir şeyler kapabilmek için medyanın aşırı ilgisi ve sürekli haberlere konu olarak gündemden düşmemesi Twitter'ı zirveye taşıyan olaylar zinciri aslında. Yoksa sitenin yaratıcılarının bu kadar kısa sürede böyle aşırı bir ilgiye maruz kalacaklarını tahmin ettiklerini sanmıyorum. Kaldı ki site bir süre önce aşırı yüklenmeden sürekli hata verir olmuştu. Site yöneticileri kısa sürede toparlandı ve zirvede olmanın keyfini yaşamaktalar muhtemelen. Sanal dünya sürprizlerle dolu, bunu defalarca gördük. Twitter da yeni sürprizimiz. İyi cıvıldamalar!

21 Mayıs 2010 Cuma

Bir Hüzün Kaplar İçimi, Sezon Finalini Görünce

Yazın gelmesinin tek kötü yönü belki de, sonbahar-kış sezonundaki gibi kaliteli sinema ve televizyon projelerinin olmayışıdır. Medya patronları, sinemacılar, yaz gelince, herkes sanki 7/24 tatildeymişçesine davranırlar; alın bu kıytırık programlarla, dizilerle, filmlerle idare edin, derler bir nevi. Hal böyle olunca, mayıs ayı geldi mi önce ligler biter, futbol, basketbol, voleybol vs. heyecanı sona erer, ardında bir bir sevdiğimiz diziler veda eder ekrana. Bir dahaki sezon dönüp dönmeyecekleri de meçhuldür çoğunun ama yine de yarin yolunu bekler gibi bekleriz; sonbaharda dökülen yaprakların altında buluşmak sözüyle...


Aynı adlı romandan televizyon dünyasına taşınan The Vampire Diaries, ilk birkaç bölümde seyirciyi yokladıktan sonra hızlandı, atak yaptı ve kısa sürede iyi bir izleyici kitlesi elde edip CW'nin en sevilen dizilerinden biri olmayı başardı. Sinemada tozu dumana katan Twilight serilerinden sonra vampirlerle ilgili projeleri seven ve nefret edenler olarak izleyiciler ikiye bölünmüşler gibi duruyor. Diziyi izlemeyen kitle de zaten önyargılı olanlar. Ne yazık ki ben bu görsel şölene kayıtsız kalamadım ve vampirlerin büyülü dünyasına kendimi bıraktım. The Vampire Diaries sezon finalini geçtiğimiz perşembe 22. bölümüyle yaptı. Sezon finali kelimenin tam anlamıyla bir görsel şölendi ve ardında bir sürü soru işareti ve heyecanlı izleyici bırakarak yeni sezonda buluşmak üzere veda etti. Ben kaçırmayın derim; çünkü dizi sadece konusu açısından değil, aynı zamanda müzikleri açısından da ilgi çekici. Bilindik vampir özellikleri burada da işleniyor ama özgün hikayesi masalsı bir anlatımla oldukça iyi bir televizyon dizisi haline getirilmiş, tavsiye ederim.


CW'nin kıdemli dizilerinden biri daha: Supernatural. Ha bitti, ha bitecek derken yapımcılar ve kanal, 6. sezona devam etme kararı aldı. İyi de oldu aslında, henüz Winchester kardeşlere veda etmeye hazır değildim; ki eminim bütün Supernatural sevenler de benim gibi düşünüyorlardır. Sam ve Dean Winchester kardeşler, anne ve babasının yolundan gidip dünyadaki ne kadar ucube, hayalet, yaratık varsa onları avlamaya, insanlığı kurtarmaya and içtiler. Tabi bu tipik korku filmlerini aklınıza getirmesin, onlardan çok daha güzel, çok daha içe işleyebilen ve görsel efektler açısından çok daha kaliteli. Sezonların ilerlemesiyle işler biraz daha karıştı ve basit yaratıklardan, hayaletlerden çok dini meselelere el attılar; şimdi çok daha heyecanlı bu yüzden. Sezon finali de önemli ve oldukça heyecanlıydı. Winchester kardeşler bir yol ayrımına geldi, 6. sezon şimdi çok daha iyi olacak gibi duruyor. Fantastik hikayelere benim gibi bayılanlar için tavsiye edilir.


V'den, nam-ı diğer The Visitors'tan daha önce ayrı bir yazı olarak bahsetmiştim. 18 Mayıs'taki etkileyici finaliyle V, ekranlara veda etti. Dönüp dönmeyeceği başta belli değildi, önce birkaç bölüm yayınlandı, sonra ara verildi, gelen reytinglerden sonra devamına karar verildi ve 12. bölüme kadar gelindi. Uzaylılarla insanlığın imtihanı 89' yılında ekranlara gelmişti ilk defa. Ziyaretçiler adıyla Trt'de de yayınlanmış, büyük bir ilgi görmüş, bazı kült sahneler izleyenlerin aklına kazınmıştı. Yapımcılar yeniden çekme kararı aldıklarında, eskisinin tadını bulamayacaklarını ancak yeni çekim teknolojileriyle diziyi daha farklı bir boyuta taşıyabileceklerini düşünüyorlardı ki nitekim de öyle oldu. V, en az eskisi kadar etki yaratmış vaziyette dünyada. Abc bu yüzden de yeni sezonda devam etmeye karar verdi, bizleri sevindirdi.


Gossip Girl, son 3 senedir Amerika'nın en çok izlenir dizilerinden biri olmayı başardı. Diziyle aynı addan uyarlanan romanın New York Bestseller seçilmesinin de buna katkısı oldukça büyük tabi ki. Skandallarla dolu Doğu Yakası, zengin hayatlara ve zengin New Yorklu gençlerin oyunlarına konu olmakta. Entrika, aşk ve heyecanla örülü olayları, dedikoducu bir kızın tüm sırlarıyla ortaya çıkarmasıyla birlikte işler her sezon daha fazla karışmakta. Gossip Girl, dünyada çok izlenmekle kalmadı, kendine ait bir moda yarattı. Diziyi izleyenlerin çoğu, modayı takip edebilmek için izlediğini itiraf ediyor. 3. sezon finaliyle Gossip Girl, ekrana veda etti. Oldukça heyecanlı geçen 22. bölümün ardından, eminim herkes benim gibi merakla 4. sezonu beklemeye koyuldu. Chuck Bass, Blair Waldorf, Serena Van Der Woodsen, Dan Humphrey, Nate Archibald ve diğerlerini bakalım gelecek sezon yine ne entrikalar bekliyor.

Eee, her güzel şeyin bir sonu vardır demişler. Biz de dişimizi sıkıp, yeni sezonlar için sonbaharı beklemeye devam edeceğiz. Bu arada, yaz için birkaç proje vardır belki mini dizi tadında, ki geçen sezon Harper's İsland 13 bölümle beni benden almış, yazıma renk katmıştı. (şiddetle ve ehemniyetle tavsiye ederim) Bu yaz da böyle güzel birkaç proje bekleriz izleyenler olarak. Evet, yeni sezonda, sonbaharda, sarı yapraklarla görüşmek dileğiyle...

18 Mayıs 2010 Salı

Çekilişe Katıldım, Kendim Çıktım



Yok, olmuyor! Ne kadar çekilişe katılırsam katılayım, o kuradan benim ismim çıkmıyor! Ne ev, ne araba, ne beyaz eşya, ne laptop, ne mp3 çalar vs. çekilişlerine katıldım, bana mısın demedi... 2 kere kitap kazandım sadece; onda da bir tanesi adresime postalanmış, geri dönmüş, benim aylar sonra haberim oldu, dolayısıyla elime geçmedi. Diğeri de Can Yayınları'nın her ay düzenlediği ödüllü edebiyat sorusu yarışmasına katılmıştım. Nasıl olsa tecrübeliyim, çıkmaz bana diye yanıtlamış ve unutmuştum. Hiç de takip etmedim kim kazanmış, ne kazanmış diye. Bir sabah kapı çaldı, kargo geldi. Ben bir şey mi sipariş etmiştim diye düşünürken, Can Yayınları'nın ambalajını gördüm ve hatırladım kitap ödülünü. Araba kazanmış gibi sevindim o sabah, nasıl mutluyum anlatamam. Ama onu bileğimin hakkıyla kazandım zaten, saymıyorum o yüzden.

Sizin hiç çekilişten bir şey kazanan tanıdığınız var mı sahi? Benim yok! Kime çıkıyor bu evler, arabalar? Bana çıkmadığı kesin. O kadar uğraşıyorum, olmuyor. Alışveriş merkezine gidiyoruz, bilmem şu kadar alışveriş yaptınız, çekilişe katılmaya hak kazandınız diyorlar, atıyoruz kutuya formları, tık yok! Markete gidiyorum, tutuşturuyorlar elime çekiliş kartlarını, kazı-kazanları. Yolluyorum adresti, telefondu, kişisel bilgiydi mesajla ama, o kadar da emek harcıyorum, sonuçta elde var sıfır! Bir ara hırs yaptım, bazı sitelere üye oluyordum, kampanyaları haber veriyorlar, girip form dolduruyorum falan ama nasıl hırslıyım, kesin kazanacağım birinden birini. Biri de mi tutmaz? Yok, bir şey kazanamadım daha, elde var sıfır...

Sayısal Loto'ydu, Milli Piyango'ydu çoktan geçtim zaten, onlardan hiç umudum yok. Bari şu katıldığım çekilişlerden bir şeyler çıksın. Vallahi güvenim gelecek yerine, ben de şanslıymışım diyeceğim. Ama yok, illa arabamızı, evimizi, beyaz eşyamızı kendimiz kazanacağız, öyle bedavadan yok değil mi! E, varmış ya işte kazananlar, birileri kazanıyor bu hediyeleri. Noter huzurunda diyorlar ya çekilişlere, artık kıllanıyorum ben, kime çıkıyor bunlar diye. Benim huzurum bozuluyor çekiliş sonuçlarını beklerken; ha bu defa çıktı, ha çıkacak! Hani aşkta kaybeden, kumarda kazanırmış ya; tamam diyorum, oldu bu sefer. Bu defa kesin bana çıkacak. Yok işte, burada da şanssızım ben. Çekilişe katılıyorum, kendim çıkıyorum resmen, kendi kendime kalıyorum öylece, yine bu defa olmadı diye... Tamam, kitap çıktı da, bir de araba çıksaydı güzel olmaz mıydı? Olurdu tabi; hem bir tur da attırırdım size, denemelik, fena mı olurdu?


17 Mayıs 2010 Pazartesi

Sessiz Kalma, Suça Ortak Olma


Bu ülkede hep kötü şeyler olacak değil ya; bazen kötü gidişata dur demek için kalpleriyle koca koca bariyerler oluşturmaya çalışan güzel insanlar da var. Bu güzel insanlar, bu bariyerleri yükseltmek, geçit vermemek için sanal dünyada platform oluşturdular: Sessiz Kalma Suça Ortak Olma

Bu platform aynı zamanda, benzer amaçlarla kurulmuş Yaşam Hakkına Saygı platformunun bir alt sitesi. Gönüllü hayvan korumacılarının 2006 yılında başlattığı bu hareket, bugün çığ gibi büyümekte. Temellerini Özgün Öztürk'ün attığı bu gönüllülük hareketi, binlerce kişiyi arkasına katmış, gönüllülük esasıyla her canlıya ellerini uzatmakta.

Yaşam Hakkına Saygı sadece biz insanların değil, dünyayı paylaştığımız diğer canlıların da yaşama hakkının olduğunu hatırlatmak ve bu hakkı unutanların karşısında durmak için hukuki yollardan mücadele vermek üzere kurulmuş bir platform. Çoğumuzun gözünden kaçan küçük ayrıntılar, çok şükür ki onların gözünden kaçmıyor; mağdur olmuş ya da olması muhtemel bütün canlılara kalplerini açıyorlar.

Platform gönüllüleri mağdur hayvanlar için çeşitli makamlara dilekçe sunmak yoluyla aktif olarak çalışıyor, aralarında sanatçıların da bulunduğu gönüllülerin de katkılarıyla parti, konser, piknik gibi organizasyonlar yaparak elde edilen maddi gelirle hayvanlara yardımcı oluyor, sık sık barınakları ziyaret ederek maddi ve manevi desteklerde bulunuyorlar. Sitede gönderilen dilekçeler, yanıt alınan dilekçeler listelenmiş vaziyette. Dilerseniz siz de dilekçelere imza atabiliyor, sessiz kalıp bu suçlara ortak olmaktan vazgeçebiliyorsunuz.

Onların mağdur olmaları hepimizin suçu, kabul edelim. Görmezlikten geldiğimiz için, doğayı mahvedip onların doğal yaşam alanlarını bozduğumuz için ya da akıl almaz bir canilikle işkence ve eziyet edenleri aramızda sakladığımız, günyüzüne çıkarmadığımız için, hepimiz suçluyuz. Benim bu yazıyı yazmamı, sizin de lütfedip okumanızı sağlayan bu sanal dünyada, parmaklarımızı 5-10 dakika yorarak, başkaları için bir şeyler yapabiliriz. Bir canlının daha hayatını kurtarmak için bir dilekçeye imza atmak mesela, neden olmasın?

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Concha Buika - Büyülü Bir Ses





Müzikte tesadüfleri severim. Hele büyülü bir ses ya da müzikle karşılaşır ve günlerimi renklendirirsem; kulağımda müzik, kendime hayran gezerim birkaç gün. Müzik konusundan iyi anlarım; o yüzden izin verin, ara sıra ukalalık yapayım.

Afrika kökenli İspanyol sanatçı Concha Buika ile tanışmam da tamamen bir tesadüf eseridir. No Habra Nadie En El Mundo beni benden almasaydı, farkına varmayacaktım. Concha Buika, Mallorca adasına sürgün edilen Ekvatorlu bir ailenin kızı. Adada yaşayan İspanyol çingenelerinden flamenko ezgilerini duyarak büyüdü ve şarkı söylemeyi keşfetti. Madrid'e yerleşip çeşitli gruplarla müzik yaptı. Londra'da drama okurken davet edildiği Pat Manthey konserinde hayatı değişti. Burada tanıştığı Javier Lemon ile profesyonel müzik kariyerine adım attı.

Concha Buika, İspanya'da son dönemin en iyi ve en üretken sanatçılarından. Ancak bugüne gelebilmek için ta Las Vegas'a bile gidip Tina Turner taklidi yaparak para kazanmaya, geçinmeye çalışmış. Neyse ki keşfedilmiş de caz festivallerine kadar uzanan yolculukta bir müzik yolcusu olmuş; yoksa İngilizler'in "smoky voice" diye tabir ettiği o etkileyici sesinden mahrum kalacaktık.

Concha Buika, 2005 yılında çıkardığı Buika albümüyle müzik kariyerini resmileştirdi. Flamenko, latin caz, soul gibi birçok müzik türünü bir arada barındıran albümü İspanya'da büyük ilgi çekti. 2006 yılında çıkardığı albümü Mi Niña Lola ( Benim Kızım Lola ) ile müzik piyasasındaki yerini sağlamlaştırdı. Albüm İspanya'da satış rekorları kırdı. 2008'de çıkardığı son albümü Niña de Fuego ( Ateşin Kızı ) ile şarkı sözü konusunda da en az şarkı söylemek konusunda olduğu kadar başarılı olduğunu gösterdi. Concha Buika tüm bu çalışmalarıyla İspanya'nın Grammy'si olarak kabul edilen Premio De La Musica'yı kazandı. Bu tabi yeterli değildi; bir de İspanya'ya En İyi Albüm Prodüksiyonu dalında Grammy'i kazandırdı. Müzik eleştirmenleri onu "muhteşemden de öte, özetlenemez" şeklinde yorumluyor.

Buika'nın en önemli özelliklerinden biri, müzik adına hiçbir eğitimden geçmemiş olması. Birçok Afrika kökenli sanatçı gibi bu yeteneğin kendisine Tanrı'dan geldiğini ve Tanrı hediyesi olarak tanımlıyor. "Ben Afrikalıyım ve Afrikalı müzik eğitimi almaz." diyecek kadar da iddialı. Şarkılarında kadın duygularından, aşktan ve bunun beraberinde getirdiği acıdan dem vuruyor. Buğulu ve kısık sesi, dinleyiciye bu duyguyu geçirmekte epey yardımcı oluyor. Afro-Küban ezgilerini hüzünlü sözlerle birleştiren Buika, "Bir kişinin sanatı kimi zaman acısındadır ve bence kişi bunu soluk alır gibi her anında olduğu gibi anlatmalıdır...” diyerek müziğin ondaki anlamını özetliyor.




8 Mayıs 2010 Cumartesi

Gezi Notları - İzmir Doğal Yaşam Parkı





Şehirden uzaklaşmak ve doğaya yaklaşmak. Hayvanların dünyasına geçmek birden; mutlu olmak. Çarşamba günü sabahın köründe kalktıysam, bu defa bunu ders için değil, hocamızın deyimiyle, teknik gezimiz için yaptım. Okula gittim, bindik otobüslere ve yol aldık İzmir Doğal Yaşam Parkı'na.

Nasıl güzeldi hepsi, anlatamam! Her biri ayrı bir dünyaydı hayvanların. Şimdi altı üstü hayvan işte diyenleriniz çıkacaktır ama ben bu kadar basite indirgeyemiyorum bu yaratıkları. Onları ayrı bir seviyorum bu dünyada. Dünyaya çok önemli bir amaç için gelmiş olduklarını, bir gün bize doğru dürüst yaşamayı öğreteceklerini düşünüyorum. Bu yüzden korumalı elimizden geldiğince.

2006 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi'nce karar verilen ve yapımına başlanan doğal yaşam parkı, 30 Haziran 2008 yılında ziyarete açıldı. 128 türde 1048 hayvanı içinde barındıran bu güzel park, bugünün Avrupa standartlarına uyumlu haliyle İzmir için bir gurur kaynağı.

Dünyanın birçok farklı yeri ve ikliminden hayvanlar, Sasalı'da kurulan bu doğal yaşam parkında yaşamlarını sürdürüyorlar. Timsahlar, ayılar, kurtlar, aslanlar, kaplanlar, pumalar, papağanlar, yılanlar ve daha birçok türde hayvan kendi doğal ortamlarına en uygun şekildeki yuvalarında yaşıyorlar.

Doğal yaşam parkının içinde hayvanların haricinde, klima sistemiyle yağmur ormanlarının doğal ortamı oluşturulmuş ve envai çeşit bitki ve orman hayvanlarının yaşadığı bir Tropik Merkez, çocukların hayvanlarla daha yakın olabilmesi için evcil hayvanların barındığı Çocuk Hayvanat Bahçesi, İskelet Sergi Salonu ve herkesin tanıdığı ünlü fil, 3 sene önce kaybettiğimiz Pak Bahadır'ın mezarı bulunmakta.

Parkın peyzajı oldukça iyi düşünülmüş ve hayvanların rahat edebileceği genişlikte yaşama alanları oluşturulmuş. Bu kocaman parkın içinde gezerken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz gerçekten. Hele benim gibi hayvan delisi iseniz, her bir hayvanı göreceğim diye kendinizi oradan oraya koşturuyor bulabilirsiniz. Ben aynen öyleydim, hatta orada kalmak istediğime bile karar verdim. Kim bilir, belki bir gün sadece kedi, köpek ve kuşların barınabildiği pis şehirlerden kurtulup, hayvanların ve bitkilerin çoğunlukta olduğu bir doğaya dahil olabilirim, çok isterim...


2 Mayıs 2010 Pazar

Vitamin String Quartet




Bir yaylı grubu düşünün ki; sevdiğiniz, hayran olduğunuz, çocukluğunuzun/gençliğinizin en nadide şarkılarını çalsınlar enstrümantal olarak. O şarkıyı daha iyi duyabilin, daha çok sevin bu sayede. Bu bir hayal değil tabi; karşınızda Vitamin String Quartet!

Bir şarkı ararken başka şarkılara rastlarım bazen, tesadüf şarkıyı daha çok severim. Ya da bir film, dizi izlerken fonda çalan muhteşem şarkıyı napar eder, bulurum. VSQ ile tanışmam da bu şekilde oldu. The Vampire Diaries'in hoş bir sahnesinde birden kulağıma Coldplay'in Clocks'u çalınıverdi; hem de bir kemandan! Algılarım açıldı, kulaklarım titredi tabir-i caizse; bu şarkıyı hemen yüksek sesle dinleyebilmeliyim dedim ve ufak bir araştırma sonucu önce şarkının tamamıyla, sonra da daha bunun gibi yüzlerce şarkıyı yaylı grubu ile çalmış hayran olunası grup Vitamin String Quartet ile tanıştım.

Grup ağırlıklı rock ve pop şarkıları yaylılarla bir müzik şölenine dönüştürüyor adeta! Bir düşünün; R.E.M'in Losing My Religion'ı, Nickelback'in How You Remind Me'si, Beatles'ın Yesterday'i kemanla çalınsın. Fikri bile böylesine güzelken, bu albümler nasıl güzel olmasın?

Grubun çekirdek bir kadrosu var ama bugüne kadar yayınlanmış yaklaşık 100 albümün çoğunda farklı müzisyenler gruba eşlik etmişler. Dünyanın en ünlü sanatçılarının en ünlü şarkılarını çalarak kimi zaman kişiye özel, kimi zaman da karışık tribute albümler yaparak dinleyenlerin beğenisine sunmuşlar.

Ben mutlaka dinlenmeli derim. Bazen enstrümantal albüm dinlemek ruhu daha iyi dinlendiriyor, sözlerden ziyade notaların arasında kaybolmak iyi geliyor. VSQ tam da bu noktada en güzel melodilerle karşımızda duruyor. Clocks ve Losing My Religion'ı dinleyin, ne demek istediğimiz anlayacaksınız.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Bahar Bizi Neden Yoruyorsun?



Güneş açsam mı diye, bulutlar kaçsam mı diye düşünüyor bugünlerde. Bahar yüzünü bir gösterip, bir kaçırıyor. Doğanın dengesizliği, insan doğasının dengesini bozuyor. Aldım, verdim, ben seni yendim hesabı, belki de öcünü alıyor doğa bizden, bizim ondan kopardıklarımıza karşılık. Sağ gösterip, sol vuruyor. Montunu al çık mesela, atasın geliyor sıcaktan. İncecik giyinip çıksan, bir tufan, bir yağmur; hava birden kışa dönüyor. Büyüklerimizin dediği gibi; hava hastalık havası. C vitamini yüklenmenin aslında tam sırası.

İyi de kim takıyor ki vitaminleri? Biraz öylesine yaşıyoruz sanki. Ya da vitamini hani şu malum duygularda arıyoruz. Bahar havası yayları gevşetirmiş ya hani, kapılıp gidiyoruz bahtımızın rüzgarına. Baharı yaşamaya and içmişiz, doyasıya.


İzmir'in de havası bir başkadır, benzemez memleketin başka bir köşesine. Bir öyledir, bir böyle, oyun oynar sanki sizinle. Dakikada değiştirir fikrini; biraz yağmur yağdırayım der, sonra körfezden esen bir rüzgarla dağıtır bulutlarını, kalıverirsiniz yedi renk gökkuşağıyla bir anda. İzmir nazlı şehirdir, kızları nazlı, havası nazlı. Hep güzel kalmak ister İzmir ama nasıl güzel olacağına karar verememesindendir bu kafa karışıklığı.

Bahar da bir başkadır İzmir'de. Hava birden sıcaklaşır, ısınır, insanın içini ısıtır. Başkasının yazı, İzmir'in baharıdır. Sever İzmirli baharı, çok sıcağa tercih eder ılık-sıcak baharı. Bitmesi istenmez ama gelmesi sancılıdır. Sağanak yağmurların baskın çıktığı mart ayı geçmek bilmez bu şehirde. Ama nisan geldi mi tamamdır, tamam şimdi geldi bahar denir. Bir gün içinde derecesi yükselir havanın.Vücut dengesi de aynı hızla değişir, birden bitkin düşürüverir insanı. Canı bir şey yapmak istemez, Kordon'da iki tur atmak bile zor gelir bir an, o kadar yorgundur vücut, geçen bir kışın ardından. Tek çaresi vardır yorgunluğun, beklemek. Birkaç zaman geçince düzelecektir herşey, dengeler yerine gelecektir, eşitlenecektir. Yeniden koşabilmek için biraz zaman gerekir.

Baharın gelişi de böyledir işte, bir anda gelir, yerleşir, sevilir, sıcak yaz günlerinin, tatillerin habercisidir. Hep akla güzel şeyler getirir, o yüzden dört gözle beklenir.

Ya gel ya da bekle bahar, yordun bizi...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı