Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

12 Haziran 2011 Pazar

Düşler Ovası


Gece vardım bu ovaya, kimse görmemiştir. Sabah vardığım yerde uyandım. Gece düş görmedim, kimse de görmemiştir. Gündüz düşleri yaşar bu diyarda. Yüksek yerlerde yaşayan insanların gündüz düşleri vardır. Sen görmek istemezsen, görmezsin. Bu insanların başka düşleri vardır; bir de aşka düşüşleri. O ovadan aşağıki vadiye yuvarlanır; dizleri parçalanır, dirsekleri kanar gibi aşka tutulurlar. Bizim bildiklerimizden başkadır. Ben bilmem mesela. Bir kalbe aşık olunca bir çiçeğe, çimene, kuşa da aşık olurlar. Gündüz düşleri vardır buraların. Ben görmem mesela. Birine tutulmaları vardır buraların. Hem de ne tutulmalar... Sen, ben bilmeyiz, bilemeyiz. Boşluğa düşer gibi düşeriz, kanar bir yerlerimiz.

Gece bastım toprağa, kimse duymamıştır. Belki bir karınca, belki dikeni kendine bir kirpi. Bir yılan geldi yanıma, dokunmadan bin yıl yaşadı. Sabah bastığım yerde uyandım. Bilemedim bu ovaya nereden yuvarlandım. Kimse bilmemiştir. Başka hayatlar beslenir burada. Bu toprak, bu hava, bizim bildiklerimizden başkadır. Ben geldim bu ovaya, bu dağı, taşı, çiçeği, ağacı, kuşu, böceği, insanı gördüm. Yaraları vardır insanoğlunun, yaraları gördüm. Her birini hatırlar; yuvarlandığı yerlerden hatıralardır. Herkesin bildiği kendine, derin yaralarıdır. 


10 Haziran 2011 Cuma

Haftamı Şenlendirenler




Haftamın Kitabı: "Murat Kekilli, albümüne verdiği "Yedialtı" adının anlamı sorulunca,"Bu toplum henüz bunu öğrenmeye hazır değil, "cevabını vereli 8 yıl... David Copperfield'in gösteri sırasında sahneye çıkarak yok ettiği Atilla Taş, geri döner dönmez nasıl kaybolduğunu açıklayarak şovu yok edeli 12 yıl... Pink Floyd, "The Wall" albümleri ile yaptıkları katkı nedeniyle, İngiliz Milli Tuğla Dağıtıcıları Birliği tarafından şeref listesine alınalı 20 yıl oldu..." Fırat Budacı'nın hazırladığı, Uykusuz Dergisi'nin klasiklerinden biri haline gelmiş köşesi "Kaç Yıl Oldu?" kitap olarak basıldı. Acayip oolayların, acayip insanların ve sözlerin ne zaman olduğunu hatırlatan ve hatırlatırken de kahkaha attıran bu keyifli kitabı haftamı şenlendiren olarak kaydediyor, tavsiye ediyorum.

Haftamın Albümü: Teoman, 2 yıllık aranın ardından beklenen yeni albümü "Aşk ve Gurur"u piyasaya sürdü. Türkiye'nin rock müzikte başı çeken sanatçılarından biri olan Teoman, 9. solo albümünü geçtiğimiz ay yayınladı ve ilk klibini Tek Başına Dans isimli şarkısına çekti. 10 şarkıdan oluşan albümde, Fransız rock sanatçısı Calogero'ya ait müziğin yanı sıra Barlas Erinç, Volga Tamöz, Mabel Matiz, Deniz Durukan gibi isimler de yer alıyor. Albümün öne çıkan şarkılarından, İrem Candaş'ın eşliğiyle Bana Öyle Bakma, benim de favori şarkım. Teoman bütünüyle baktığımızda, adına yakışır güzel bir albüm hazırlamış, keyifli dinlemeler...

Haftamın Filmi: Bu aralar sürekli keyif verecek, eğlendirecek filmler arayışındayken, Just Go With It arayışlarıma cevap verdi. Başrollerinde Jennifer Aniston ve Adam Sandler'ın rol aldığı Just Go With It, kesinlikle eğlenceli ve sıkmayan bir film. 1969 yapımı Cactus Flower adlı yapımın yeniden çekimi olan film, estetik cerrahı Danny Maccabee ve asistanı Katherine'in birbirlerine iyilik yapmak için karı-koca rolünü üstlenmeleri ve olayların giderek karmaşık bir hale gelmesini konu alıyor. Türkiye'de Hayatım Yalan ismiyle vizyona giren Just Go With It, Adam Sandler ve Jennifer Aniston'ın yanı sıra bir de bonus olarak Nicole Kidman'ın komedi oyunculuğunda da ne kadar başarılı oladuğunu gözler önüne seriyor. Sırf oyuncu kadrosu için bile izlenecek bu film tavsiye edilir.

Haftamın Dizisi: Bir cinayet ve akabinde o cinayeti çözmeye çalışan dedektifler, cinayet zanlıları, şüpheliler... Hepimiz bu tarzda tipik filmler/diziler izlemişizdir. The Killing, Amerikan dedektiflik yapımlarından bazı noktalarda sıyrılıyor. Seattle polis departmanı dedektiflerinden Sarah Linden, görevini bırakmak üzereyken Rosie Larsen cinayetiyle yeni hayatına dair tüm planlarını ertelemek zorunda kalır. Yerine atanan Stephen Holder ile kısa bir süreliğine partner olmak zorunda kalıp, bu cinayeti çözmeye çalışırlar. İşte hikaye de bu noktada başlıyor. Bu diziyi farklı kılan şey ise, Seattle'ın kasvetli havası ve olayların ağır işlemesine rağmen seyirciyi içine çekmesi. Aile dramasını oldukça gerçekçi yansıtan The Killing, bir yandan da seçim kampanyalarına değinerek olaylara başka bir açıdan da yaklaşıyor. Başrollerinde Mireille Enos, Bill Campbell, Joel Kinnaman, Michelle Forbes ve Brent Sexton'ın yer aldığı The Killing, 13 bölümle 1. sezonu tamamlamak üzere. Cinayet üzerine kurulu aile dramalarını sevenler için, birçok dizinin yokluğunda izlenebilecek kalitede.


1 Haziran 2011 Çarşamba

Önce Kendin Ol Kadın!

Ben artık "bu dünyaya çocuk getirmek istemiyorum, çünkü..."cülerle konuşmak istiyorum. Neden hayallerimiz sadece giyeceğimiz gelinlik modeli, evleneceğimiz adamın tipi, işi, parası ve doğuracağımız çocuk sayısıyla kısıtlı? Yapacak daha iyi bir şeylerimiz yok mu sahi? Okulu bitirip apar topar yüzük takan tipler, şu yüzyılda fazla demode kalmadı mı sahi kuzum? Hadi, bu hassas konu için son derece amiyane bir tabir olan "demode" lafını kaldıralım, gerçekten hayalleriniz burada mı bitiyor? Ya da tüm hayaller burada mı başlıyor diye sorsam, daha doğru olacak sanırım.

Bu dünya için iyi bir şey yapmadan aile kurmak, çoğalmak... Yaşadığımız şu çağda teknoloji hariç başka hiçbir şey iyiye gitmezken, yarın ne olacağını düşünmeden, hiçbir şey yapmadan, kötü gidişe dur demeye yeltenmeden çocuk sahibi olanları ve dünyasını tamamen bunun etrafında döndürenleri kafam almıyor artık benim. Her şey çok güzelmiş gibi, aşktan gözünü kör edip, hem kendisini hem de karşısındakini kısıtlayan kimseleri anlayamıyorum, çok üzgünüm. Hele daha yolun başındayken kendini kocasına ve çocuğuna adayan kadınları hiç anlamıyorum!

Kadının işi salt üremek değil, üretmek de var doğasında. Önce üretip, kendimizi çoğaltmamız lazım. Zaten bu dünyaya geldiğinde hayata 1-0 yenik başlayan cinsiyetimizi bir adım öteye taşımak için potansiyel gücümüz varken, neden evlere tıkılıyoruz, daha gencecikken, görecek çok şey varken kucağımıza bir bebek alıyoruz? O'nu büyüteceğin dünya için, kendi geleceğin için bile henüz bir şey yapmamışken, anne olmanın manası ne? Okulunu bitirip hiçbir şey yapmayan ya da kariyerinin en güzel noktasında her şeyi bırakıp "evinin kadını, çocuklarının anası" olan kadın! Silkelen ve kendine gel! Önce kendin olman gerek, kendini bulman gerek. Önce yenilere yer açmak gerek, tıkandık, sıkıştık kaldık bu dünyada, farkında mısınız? Bencil olmayın bu kadar, kendiniz için bir şey yapın ama sağlam bir şey, başkaları için de olsun aynı zamanda. Bir zincirin halkası olun, toplumun yani, salt kurduğunuz şirin ailenizin değil. Ben kadının rolünün arttırıldığı bir toplumda her şeyin daha iyi gideceğine inananlardanım. Erkek egemen toplumların artık bir işe yaramadığının farkına varanlardanım, üstelik tam anlamını bilmeden sürekli yanlış kullandığınız feminizmle de alakam yok.  

Yapacak çok şey var, gidilecek çok yer, görülecek çok şey. Önce bir oturun, düşünün. Çıkın şu adamların/kadınların eteğinin altından. Erkeklere pek bir şey söylemeye gerek yok aslında, daha çok kadınlaradır laflarım. Kim olduğunuzun, bu dünyaya gerçekten neden geldiğinizin farkına varın. Yalnız üremeyin, yemek pişirmeyin, çamaşır, bulaşık yıkamayın, başka şeyler de yapın, iyi şeyler. Vücudunuzu metalaştırmayın, seks objesi olmayın, kadın olun, gerçek kadın. Bunları söylemesi bile zor, inanın; yapması daha da zor farkındayım ama imkansız değil. Bir gün dünya daha iyi bir yer olacak. O zaman kucağınızda bebeğinizle, sizi seven anlayışlı kocanızla çok mutlu olursunuz. Ama önce bir şeyler yapın, uzaklaşın sığlardan.


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı