Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

31 Mart 2011 Perşembe

"O" Şarkı

"Afrika kabilelerinden birinde bir bebek doğduğunda kabilenin kadınları hep birlikte ormana çekilir, o bebeğe bir şarkı yaparlarmış. Dikkatle gözlemledikleri bebeğin karakteristik özelliklerini ve gücünü ona anlatan bir şarkı... Sonra, çok sonra bir gün, hayatla başa çıkmakta zorlanıp da kolu kanadı kırılacak olursa o şarkıyı, yani kendini hatırlasın diye... Afrikalı bebek o şarkıyı dinleyerek büyürmüş... Günün birinde o şarkıyı tekrarlayamayacak kadar kendine inancını yitirdiğinde, onu tanıyan biri ona şarkısını çalarmış ıslıkla. Kendini, gücünü, öz hâlini hatırlar, kendine gelirmiş..."

Benim için de bir şarkı yazılmış olmasını dilerim. 

Duyduğumda, eminim, tanıyacağım.

Duymam lazım.



Not: Hikaye, Canan Dila'nın "İnsanı Ararken Damdan Düşen Psikolog - Doğan Cüceloğlu" kitabından alınmıştır.

16 Mart 2011 Çarşamba

Yasak Şehirler



Bazı şehirler, bazı kişilere yasaklanmalı; uzak uzak yerlerden gelip o şehrin huzurunu bozmasınlar diye. Oysa şehir şimdi birileri için telaş dolu, birileri için umut, birileri için öfke. O şehir taşarsa şimdi, sahil denizle bütünleşir. Sakin ol ey şehir! Vakti geldiğinde herkes gidecektir. Kimse çok kalmaz aynı yerde. Geldiği gibi gitmesini bilecektir. Sen sükunete paha biç ey şehir! Evli evine, köylü köyüne er ya da geç dönecektir. 

Bazen "gitme" diye yalvardıklarının dönme şansları olmamalı; bir kere gittin mi dönmemelisin. Ben 'şehri' özledim diye bir bahane olmamalı asla. Şehir inanır, inanmak ister. Dönene güzel görünsün diye yağmuru susturur, güneşi konuşturur. Dönen bir daha gitmesin diye yalancı bir festival gelir, en işlek caddesine oturur. Ama sen kendin ol ey şehir! Bir kere gitmeye alışan, emin ol yine gidecektir. Veda sahneleri asla değişmez, gelen gerçekten ait olduğu yere dönecektir.

Bazı şehirler, bazı kişilere yasaklanmalı; gelip elde kalan son huzuru da kendi huzurları için heba etmesinler diye.


14 Mart 2011 Pazartesi

Haftamı Şenlendirenler



Haftamın Kitabı: Tesadüfen elime geçen bir kitaptı Best of Perihan Mağden. 2005 yılında Merkez Kitapçılık tarafından en dikkat çeken köşe yazıların toplanıp bir araya getirilmesinden oluşuyor. Perihan Mağden, kendine has üslubu, olaylara bakış açısı sebebiyle farklı bir yazar. O'nu farklı kılan gördüğüm kadarıyla söyleyeceklerini pat diye söyleyivermesi, çekinmemesi ve dili. Kelimelerle çok fazla oynayıp, onları sakız gibi uzatmıyor, rahat ve sokak ağzı ile diyeceğini sakınmıyor. Perihan Mağden, şu sıralar yazmıyor, suskun. O, ortalarda yokken eski yazıları dolaşmaya devam ediyor, ancak 10-15 yıllık yazıları bile, gündemde olmamasına rağmen ilgi çekebiliyor.

Haftamın Albümü: Türk pop müziğine Dön Bebeğim, Ben Tabi Ki, Gitme, Gönül Yareler İçinde gibi birçok güzel şarkıyı kazandıran Ümit Sayın, bir düet albümüyle geri döndü. Bugüne kadar birçok sanatçıya beste veren Ümit Sayın, 10 şarkıdan oluşan "Söz Müzik Ümit Sayın" adlı albümünde Tarkan, Bendeniz, İzel, Levent Yüksel, Pınar Aylin, Erdal Çelik, Leman Sam, Suavi, Emel Müftüoğlu ve Işın Karaca ile düet yaptı. Albümün ilk klibinde ise Tarkan'la kamera karşısına geçti ve Gitme'yi seslendirdi. Keyifli dinlemeler...

Haftamın Filmi: 2006 yapımı The Ultimate Gift, benim yeni keşfettiğim filmlerden. Ülkemizde Son Armağan adıyla gösterime giren film, çok zengin olan Stevens ailesinin büyüğü Howard Red Stevens'in çocukları ve hiçbir zaman anlaşamadığı torunu Jason Stevens'a bıraktığı mirasla ilgili ilginç bir hikayeye dayanıyor. Hikaye başka karakterlerin de devreye girmesiyle değişiyor ve hüzünlü bir hal alıyor; sıkmadan, güzel diyaloglarla kendini izlettiriyor. Başrollerinde James Garner, Bill Cobbs, Drew Fuller, Ali Hillis ve büyümüş de küçülmüş yıldız Abigail Breslin rol alıyor.

Haftamın Dizisi: Yayınlandığı döneme damgasını vuran ve benim en sevdiğim dizilerden biri olan Prison Break'in yapımcıları, yeni bir hapishane dizisine soyundu ve Breakout Kings'i yarattı. Belirli suçlarda usta olan mahkumların, kaçak bir mahkumu yakalamak için devlet tarafından hapishaneden geçici süreyle çıkarılmaları ve suç tecrübelerini suçluları yakalamak konusunda kullanmalarını anlatan dizi, reytinglerde kendisine iyi bir yer edinmeye çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde ikinci bölümü yayınlanan dizi, Prison Break'in ünlü karakterlerinden Robert Knepper, nam-ı diğer T-Bag'i de konuk ediyor. Umut ışığını gördüğüm yapım bakalım kalıcı olabilecek mi, bekleyip göreceğiz.

11 Mart 2011 Cuma

Canlı Yayında Felaketler

Felaketleri canlı yayında izleyebilmek iyi bir şey mi, emin değilim. Sıcacık evimde oturup dünyada olup bitenlerden haberdar olabiliyorken yaşama daha sıkı sarılıp şükretmek mi, yoksa umutsuzluğa kapılıp, dalgaların önünde sürüklenen evlerin yerine kendimi koyarak umutsuzluğa mı düşmek, hangisidir doğrusu? Bilmiyorum, dünyada garip şeyler oluyor.

Evren, muazzam yapı taşlarının üzerine kurulmuş, Dünya da onu tamamlayan gezegenlerden biriyken, birçok inanca göre günün birinde yerle bir olacak olması, o anı yaşayacak herhangi bir canlı için dehşet verici bir deneyim olacak, su götürmez bir gerçek. Henüz dünyanın yerinden oynatılmasına kesin karar verilmemişken, doğanın yavaş yavaş değişen dengelerinin insanoğlunun tecrübeleriyle bütünleştiği noktalar; doğal afetler. Bu acı deneyimi yaşamış ve bundan sağ çıkmış her canlı, kaybettiklerinin ardından bir de kendi içinde doğal felaketlerini yaşar. Yaşamın anlamının azalıp çoğaldığı anlar, işte o iki doğal felaketin arasındaki zaman dilimidir.

Evlerimizde oturup, dünyanın en ücra köşesindeki doğal afetleri, savaşları canlı yayında izliyor olmamızı şans olarak görmek çok zor. Zira her gün zihnimizi meşgul eden bu olaylar, biz farkında olmadan ömrümüzden çalıyor. Bir gün Afrika'daki fakir bir ülkenin iç savaşından haberdar oluyorken, ertesi gün Japonya'daki depremin ardından oluşan dev dalgaların şehirleri yuttuğunu bir helikopter kamerasıyla izleyebilmek, benim için asla bir şans olamadı. Birileri o ücra köşelere ulaştıkça, sanki felaketler daha da çoğaldı. Yalnızca görme olanağımız arttı oysa ki, kaç kişinin bunları bilmek istediğinden emin olmayarak.

Yaşadığımız coğrafya her daim felaketlere alışık olduğundan, dünyanın herhangi bir yerindeki felaketi daha iyi anlıyoruz. İster Japonya olsun, ister Ruanda, ya da Batı Şeria, hiç fark etmez; insan gördükçe anlıyor, anladıkça üzülüyor, üzüldükçe alışıyor, sırasını bekler gibi doğaya teslim oluyor. Çaresizliğin en bilindik adresi bu yüzden doğal felaketlerdir. İnsanoğlu aslında ne kadar küçük ve savunmasız olduğunun farkına işte bu anlarda varır. Dünyanın başka bir köşesinde yaşayan herhangi bir insanın evinin geniş bir vadi boyunca sulara kapılıp sürüklendiğini izlerken, belki de kendiyle ilgili bazı kararlar alır, kim bilir. Belki de dünyayı oturduğumuz yerden izlemek, onun iyi yönde değişmesi için karar alan bazılarının elinde daha acısız olacaktır, kim bilir. Belki de hala bir umut vardır. Bekleyip, göreceğiz.



8 Mart 2011 Salı

Neyi Kutluyoruz?

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! Kadın cinayetlerine çözüm için görüşme talep eden kadınları geri çeviren Başbakanlık kurumumuz var.

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! Şiddetten kaçmak için devletten koruma talep eden ancak boşanma gerçekleşti diye korunma hakkı gasp edilen ve bu yüzden toprak altında yatan birçok kadınımız var.

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! 2011 Türkiye'sinde halen okuma-yazma bilmeyen, dolayısıyla hukuki haklarından haberdar olma şansını en başta kaybeden 4 milyona yakın kadın var.

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! Tecavüze uğradığı için hakir görülen, bazı yerlerde 'töre' bahanesiyle diri diri toprağa gömülen küçük kızlarımız var.

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! Elinin hamuruyla erkek(!) işine karışmasın diye evde hapsedilen, sırtından dayağı, karnından çocuğu eksik edilmeyen milyonlarca kadınımız var.

Bizim kutlayacak bir şeyimiz yok! Kadınlara yönelik şiddet olaylarının muhalefetin ve medyanın istismarıyla abartıldığını iddia eden yönetenlerimiz var.

2011 verilerine göre; Türkiye'de eşi veya birlikte olduğu erkekler tarafından fiziksel şiddete uğramış kadınların oranı % 39.3 Gebeliği süresince fiziksel şiddete maruz kalmış kadınların oranı % 9.7 Eşi veya birlikte olduğu erkekler tarafından cinsel şiddete uğramış kadınların oranı % 15.3 

Şiddet mağduru kadınların % 33.4'ü intiharı düşünmüş ve bunların üçte biri intiharı denemiş. Şiddet mağduru kadınların % 48.5'i yaşadıklarını kimseye anlatamıyor ve sadece % 8.2'si devlete ve sivil toplum kuruluşlarına başvurabiliyor.

Gelişmişlik düzeyinden bahsediyoruz ya, hani eğitim oranı artıyor, çağdaşlaşıyoruz ya; son 10 yılda aile içi şiddetin % 117 ve son 7 yılda kadın cinayetlerinin % 1400 arttığını, cinayete kurban gitmiş her beş kadından dördünün katilinin kocası olduğunu biliyor muyuz?

Bu yazı ne feminizm yanlısı olmak adına, ne de karşı cins karşıtlığı adına yazıldı, zira bu yazı cinsiyetsiz. Sadece gün boyunca izleyeceğimiz siyasi partilerin önderliğinde düzenlenen sahte kutlamaların, dağıtılacak çiçeklerin ve verilecek konserlerin ne kadar gereksiz ve zaman kaybı olduğunu anlatabilmek için yazıldı, başka hiçbir amacı yok. Bizim şu durumda kutlayacak hiçbir şeyimiz yok.

Madem bugün Kadınlar Günü, madem kadınlar üzerine düşünecek ve etkinlikler düzenleyecek kadar vaktiniz var; bırakın o sahte gülümsemeleri ve boş mesajlarınızı, oturun ve bu yukarıda saydığımız tüm verileri en aza indirgemek adına bir şeyler yapın. Artık gerçekten bir şeyler yapın. Sessiz çığlıklar atan kadınların artık her gün ölmeye takatleri kalmadı. Elinizi taşın altına koyun, bugün kadın olduğunuzu düşünün ve bugün kendiniz için iyi bir şeyler yapın.


7 Mart 2011 Pazartesi

Rüya Gibi


Birlikte izlediğimiz ilk filmi vardı perdede. Bizden başka kimse yoktu koca salonda. Ortalarda bir yerlerde oturuyoruz. Ellerini sımsıkı tutmuşum. Kafamı omzuna yaslamışım. Birkaç damla gözyaşı süzülüyordu yanaklarımda. Silmek istemedim. Sana ulaşmasını, sana değmesini, senin içine işlemesini bekledim. Biraz sonra kafamı kaldırdın, “Ağlama” dedin. “Ne yapayım, çok özledim” dedim yalvaran gözlerle. “Şimdi beni daha iyi anlıyorsun işte” dedi.”Ne özlemesi? Ayrılan sen değil miydin, terk eden sendin. Neyin özlemidir bu?” dedim gözlerinin içine bakıp. “Senden ayrılmam seni özlememem demek değil. Belki de seni özlemek istediğim için ayrılmışımdır. Belki de birbirimize ulaşmak için ayrılmamız gerekiyordu. Ama sen ne yaptın? Aradın mı, sordun mu, yıllar sonra ne yaptın benim için? Hiç. Koca bir hiç. Şimdi anlıyor musun seni niye istemediğimi? Seninle çok farklı bir ilişkim var. Kafamda, kalbimde, kanımda, ruhumda... Çok farklı. Değil bir başkası, sen bile anlayamayacaksın bunu. Bilmeyeceksin. Çünkü beni kafandan sildiğin anda bunları düşünecektin. Bitti güzel adam. Bitti her şeyim. Zümrüt gözlün artık bir başkasında seni arıyor. Bulacak mı, bulabilecek mi, bulduğunu sanacak mı? O da bilmiyor. Ama sen daima olacaksın. Ağlama. Uyan artık. Yepyeni bir gün başladı. Sen de beni ara, beni bulduğunu zannet. Ve ona bakarken beni hayal et. Beni bulmaya çalış. Çünkü ben seni arıyorum.” Uyandım. Sabah olmuştu bile. Yastığım ıslanmıştı. Gözlerimdeki son damlaları da sildim. Bana yolladığın mektubu ve son çektirdiğimiz fotoğraflara baktım. Yüzümü yıkadığımda aynada seni gördüm. “Günaydın” dedin zümrüt gözlerin ışıl ışıl. “Günaydın” diye karşılık verdim. Yeni bir gün başlamıştı...


                                                                                        Konuk yazar Cengiz Bahadır Özdemir'in kaleminden...

6 Mart 2011 Pazar

Haftamı Şenlendirenler














Haftamın Kitabı: Gabriel Garcia Marquez'e olan hayranlığımı burada anlatmaya kalksam, eminim bu yazı uzun ve ben hariç herkes için sıkıcı olurdu. Hemen hemen yayınlanmış bütün kitaplarına sahipken, onları bir çırpıda okumaya kıyamıyorum. 2 senedir, arada alıyorum bir Marquez kitabı, tadını çıkartıyorum. Büyülü gerçekliğin ustası G.G. Marquez'in Aşk ve Öbür Cinler adlı kitabı bu aralar içine düştüğüm kitaptı. Aşk ve Öbür Cinler, Marquez'in yıllar önce okuduğu bir gazete haberi ve babaannesinin anlattığı hikayeden yola çıkarak aşktan ölen bir kızın, Sierva Maria'nın garip öyküsünü anlattığı büyülü kitaplarından biri. Modern zaman aşklarından sıkılanlar için, Aşk ve Öbür Cinler masal tadında bir roman...

Haftamın Albümü: Bertuğ Cemil, 2006 yılında çıkardığı ilk albümü Duygusal Tuzaklar ile beni en başında fethetmişti; şarkıları hiç eskimedi, dönüp dönüp dinlediklerimdendi. Ara ara yaptığı dizi müzikleri ve Nilgül'le ortak çalışması "Yandım Yandım" ile piyasadan uzaklaşmadı, kendini zaman zaman hatırlattı ve geçtiğimiz günlerde ikinci albümü Geldim, Gördüm, Sevdim'i yayınladı. Yeni albümde 10 yeni Bertuğ Cemil şarkısı ve bir de, belki de en sevilen şarkısı "Yağmur"un akustik versiyonu bulunuyor. Keyifli dinlemeler...

Haftamın Filmi: Bu hafta çok film izledim aslında, yazabildiklerimi ayrı başlıklar altında yayınlamaya çalışıyorum ama bugün izlediğim ve uzun uzun anlatırsam keyfinin kaçacağı bir filmi haftamın filmi kısmına kaydetmek istiyorum: Life As We Know It Başrollerinde Josh Duhamel ve Katherine Heigl'in rol aldığı film, mücbir(!) bir sebepten ötürü bebek bakmak zorunda kalan Messer ve Holly'nin hikayesini anlatıyor. Eğlenceli, bir o kadar hüzünlü bu film hakkında daha fazla detaya inmek istemiyorum. Kesinlikle güzel, yormayan, keyifli bir film. Ayrıca soundtrack albümüne bakmanızı da öneririm.

1 Mart 2011 Salı

Battle In Seattle - İsyan

"1947 ikinci dünya savaşı sonrasında 23 Ulus, GATT adı verilen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması imzaladılar. Amacı, dünya ticaretini liberalleştirip genişletmekti. İstikrar, globalleşme anlaşmanın anahtarıydı. 50 Yıl boyunca GATT, Dünya Ticaret Örgütü'ne yeni üyeler kazandırarak büyümeye devam etti. 150 Ulustan oluşan üyeleriyle Dünya Ticaret Örgütü, dünya ticaretinin yüzde 90'ını kontrol etmektedir. GATT'ın aksine, DTÖ kurallarına riayet etmeyen üyelerine ceza verebilmektedir. Serbest ticaretin genişlemesiyle DTÖ, gelişmekte olan ülkelere, yardım edeceğini Global Ticaret Sistemi'nden faydalandırılacaklarını açıkladı. Ticaretle pek alakası yok. Bedava olmadığı da çok açık. Bu hiçbirimizin oy vermediği ve kontrolümüzde olmayan global bir yönetim sistemidir. Bu sınırların yıkılması anlamına geliyor. Ki, küçük şirketler, hükümetlerin ya da söz konusu ulusların halklarının bir müdahalesine maruz kalmadan her yerde iş yapabilecekler. Ve söyledikleri şey şu: Parasal değerler, yaşamsal değerlerine hükmetmeli. İnsan ve çevre hakları ticari ihtiyaçlardan sonra gelmeli. DTÖ kararlarını hükümetlere dayatıyor. Temiz hava kuralları, yerle bir. Astım vakaları arttı. Genetiğiyle ile oynanmış gıdalar, zorla tüketiciye dayatılıyor. Küçük çaplı muz üreticileri, büyük şirketlerce eziliyor. Sorunlara ve eleştirilere rağmen DTÖ büyümeye devam ederek, giderek güçleniyor."

Battle In Seattle, gerçek bir hikayeden yola çıkarak 1999 yılında Seattle'da gerçekleştirilen Dünya Ticaret Örgütü (WTO) toplantılarını protesto etmek için yola çıkmış bir grup insanın hikayesini anlatan belgesel tadında bir film. Dünya Ticaret Örgütü'nün üye ülkelere ve dünya çapında ticarete dayattığı birtakım kuralların, 3. Dünya ülkelerine ve doğaya doğrudan ya da dolaylı fazlasıyla nasıl zarar verdiğini iyi bilen insanların, kendi hayatlarını hiçe sayarak toplantıdan çıkacak sonuçları engellemeye çalışmalarıyla başlıyor film. Sonrasında karşı duruşların önce Seattle'da, sonra dünya şehirlerinde nasıl çığ gibi büyüdüğünü gözler önüne seriyor. Sıkça karşılaştığımız ve aşina olduğumuz protestocu-polis-devlet üçgeninde yaşananlar ve insanların benzer amaçlar uğruna bir araya geldiklerinde neler yapabileceklerini anlatan bu film, kesinlikle izlenecekler listesinde yer almalı.

Yönetmenliğini ve senaristliğini Stuart Townsend'in yaptığı Battle In Seattle, fazlasıyla cesur bir film. Yaşadığımız yüzyılın, kimlerin kontrolü altında yaşanmaz hale getirildiği ve kimlerin hangi koşullarda buna karşı durmak için çaba sarf ettiğini gösteren özel bir film aynı zamanda. Oyuncu kadrosuyla da göz dolduran Battle In Seattle, Charlize Theron, Andre Benjamin, Jennifer Carpenter, Martin Henderson, Woody Harrelson, Michelle Rodriguez gibi birçok önemli oyuncuyu da kadrosunda barındırıyor. Yıllar önce dünyayı ayağa kaldırmış bu cesur protestolara şahitlik etmek, bu cesur insanları görmek isterseniz, Battle In Seattle harika bir film...



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı