Düşler Ovası Dediler Ki... Parov Stelar - Electro Swing Ondan Sorulur! Banshee - Karanlık Bir Kasaba Hikayesi The Time Traveler's Wife - Zaman Yolcusunun Karısı

20 Haziran 2010 Pazar

Bir Hikaye




Aşk bir silahtır, ya sizi korur ya da vurur. Bu da onun hikayesi. Bir arkadaşım yazdı, bana da yayınlamak düştü:

"Telefondaki sesi titrekti. Her halinden kötü bir şeyler olduğu anlaşılıyordu. ‘Anlat’ dedi genç adam ısrarla ve korkarak. Korkuyordu çünkü duyması muhtemel bu cümle hayatının akışını tersine çevirecekti. Yıllardır sürdürdükleri birlikteliğin bir anda biteceği korkusu sarmıştı vücudunu. Telefondaki ses hıçkırıklara boğulmuştu. Artık o da kendini tutamıyordu. Sanki yıllardır işlediği günahlar içinden çıkıveriyordu. Gözyaşları ile yıkamaya çalışıyordu ruhunu. Ruhu o kadar pislenmişti ki ağlamanın bile fayda etmeyeceğini bilmiyordu. ‘Bitti’ dedi genç kız. Biten sadece bir ilişki değildi. Biten iki hayattı aynı zamanda. Ve bu hayata bağlı diğer yaşamlar. Kaç kişiyi etkileyecekti bu karar kim bilir?...

‘Yanına geliyorum’ dedi adam. Bırakmazdı onu bu halde. Hiçbir zaman bırakmadı ki onu yüzüstü. ‘Canım’ demişti bir kere. İnsan canını bırakabilir miydi? Telefonu kapadığı gibi arabasına atladı. Gideceği yer belliydi. Son sürat gitmek istedi ancak yollar da hayatı gibi karmakarışıktı. Çukurlara gire çıka yorulmuştu. Ama biliyordu ki bu yorgunlukların hepsine değecek bir hayat kendisini bekliyordu. Ta ki o güne kadar. O gün ilk defa umutsuzluğa kapılmıştı. Yolda giderken güzel günleri değil de yaşayabileceği karamsar günleri aklına getirdi. Korktu. Korkuyla gaza daha fazla bastı...

Kız her şeyi bırakmıştı artık. Kararını vermişti. Yıllarca sevdiği adama ihanet etmenin günahını taşıyamazdı. Daha kötüsü sevdiği adama da taşıtamazdı. Neye üzüleceğine şaşırmıştı. Kendi hayatını bir gecede mahvetmesine mi, sevdiği adama bu acıyı yaşatmasına mı yoksa önceki gece birlikte olduğu adamın onu bir orospuymış gibi görüp yatağının ucuna para bırakmasına mı üzülecekti. Peki bundan sonraki hayatı da aynı bunun gibi mi olacaktı? Bundan sonra her sabah uyandığında yatağının başucunda sevimsiz kağıt parçaları mı görecekti?...

Genç adam iyice yaklaşmıştı. İki sokak sonra sevdiği kıza kavuşacaktı. Oturacaklar ve bütün sorunları halledeceklerdi. O garip huzursuzluğu atacaktı kafasından. Konuştuktan sonra sarılacaklardı birbirlerine. Belki de bir süre sonra gülüp geçeceklerdi. Söz vereceklerdi bir daha böyle ayrılmayacaklarına. Sonra tekrar sarılacaklardı. Kahvaltıları daha leziz olacaktı. Belki de ilk tanıştıkları kız kulesine gideceklerdi. Ya da aşklarının başladığı o güzel fransız sokağına. Adamın kafasında bunlar dönüp dolaşıyordu. ‘Tamam’ dedi içinden. Her şeyi düzelteceğim. Bundan önce de her şeyi düzelten taraf olması çok önemli değildi. Bu, onun hoşuna gidiyordu. Neler yapmamıştı ki daha önceden? Sadece sevdiği kız mutlu olsun diye uğraşmıştı. Başarmak üzereydi. Ufacık bir sıkıntı ve bir telefon görüşmesi bunları yıkamazdı...

Kız çekmeceden silahı aldı. Babasının emekli bir polis olması belki de ilk defa işine geliyordu. Baskıcı bir ortamda büyümesi onu bazı şeyleri yapmasına engel olmuştu. Babasından nefret etmiyordu ama bu baskıcı tutumundan da hoşlanmıyordu. Yazlıkta oldukları için de çok daha rahattı kız. İstediğini yapabilirdi evde. Hatta hayatına bile son verebilirdi. Bunu yapacak cesareti daha önce bulamamıştı...

Dışarıda çocuklar oyun oynamaya başlamıştı bile. Öğlen sıcağında nasıl bu kadar enerjik olduklarını anlamak güç. Ama anlamsız olan tek şey bu değildi şu hayatta. Üç harfli bir ‘aşk’ kelimesinin yıllarca neler yaptırdığını düşündüğümüzde aslında çocukların çok daha anlamlı işlerle uğraştığı görülüyordu. Neticede öğlen sıcağında top oynamayı bir çocuk ne kadar sürdürür hayatı boyunca? Peki bir insan hayatı boyunca ne kadar aşık olur? İki anlamsızlıktan birini bitirebilen birey diğerine karşı neden hep zayıf kalır?..

Adam eve gelmişti. Müstakil evin önüne park etmişti arabasını. Ev, ahşap ve eski bir yapıydı. İçinde kim bilir kaç nesil yaşamıştı. Önde dar bir sokak ve sokakta oynayan çocuklar. Arkada kocaman bir bahçe. İçinde türlü çiçeklerin olduğu güzel, yeniye nispet yapan bir yer. Adam kapıya vurdu. Açan yoktu. Bir kez daha şansını denedi, olmadı. İçeriye doğru seslendi, cevap veren olmadı. Sevgilisinin, çok önemli olmadığı sürece kullanmamasını istediği anahtarları cebinden çıkardı. Neticede ailesi ile yaşıyordu kız arkadaşı ve böyle bir yabancıda evin anahtarının olması garip kaçardı. Adam kapıyı zorlanmadan açtı. Kapı kilitli değildi. Evde olmadığını düşünüyordu ilk önce ama kapının kilitli olmaması içine daha büyük bir kurt düşürmüştü. Doğrudan salona gitti, kimse yoktu. Ardından oturma odasına geçti. Evin sokak tarafına bakan kısmına. Sevgilisi sol elinde babasının silahı, sağ elinde sevgilisinin ona aldığı ilk gül ile adeta onu bekler bir haldeydi. Yıllardır kuruttuğu gülü sımsıkı tutuyordu kız. Dikenleri eline batıyor olsa da acıyı hissetmiyordu. Ruhundaki acının yanında bu dikenin acısı ona şefkatli gelirdi. Sevgilisine son kez bakmadan ölmek istememişti. Ve artık içinde ölmek korkusu yoktu. Şimdi tam zamanıydı. Tek bir hoşça kal demesi yetecekti. Ardında bıraktığı mektup zaten her şeyi açıklayacaktı...

Adamın gözleri faltaşı gibi açılmıştı. ‘Yapma’ bile diyemiyordu. Sevgilisinin gözlerini hiç böyle görmemişti. Adam ilk defa bu kadar çaresizdi. Karşısında bambaşka biri vardı. O kişi de gördüğü en farklı insandı. Adamın ağzından ‘Lütfen’ çıkıverdi. Sadece ‘Lütfen’ deyiverdi...

Sokaktaki çocuklar kavgaya tutuşmuşlardı. Herhalde sıcağın da etkisiyle sinirleri gerilmişti. Bir sokak oyununda kavga edecek ne denli mühim bir olay olabilirdi ki? Kavga şiddetlenmişti. Birbirlerinin boğazına sarılan iki genci ayırmaya çalışıyordu diğer çocuklar. Tam bu esnada bir tanesi eline bir taş almıştı. O kargaşada karşı tarafa attı taşı. Taş çocuğu ıskalayıp karşı evin camından içeri girdi. Ardından da bir silah gürültüsü yankılandı mahallede. Çocuklar kadar büyükler de korkmuştu. Birkaç saniye sonra bir çığılık yükseldi evden. Bir kız avazı çıktığı kadar bağırıyordu. İki, üç kişinin sesi sanki bir kişiden çıkıyormuşçasına bağırıyordu...

Adam yere yığılmıştı. Göğsünün solunda müthiş bir acı hissediyordu. Ne olduğunu kendi de anlamamıştı ama aklından geçen tek şey sevgilisi için son bir şey yapmış olmasıydı. Bir huzur kaplamıştı içini. Sevdiği kız gözlerinin önünde giderken adeta bir taş kurtarmıştı hayatını ama kendi hayatını alıp götürmüştü. Taşın, kızın göğsüne çarpması ve kızın bir anda dengesini kaybedip tetiği çekmesi, kurşunun gidip göğsüne isabet etmesi. Hepsi masal gibiydi aynı aşkları gibi. Ama hepsi gerçekti aşklarından farklı olarak. Adamın kulağında çığlık sesleri ile karışık bir ilahi vardı. Her şeyin bittiğini düşündüren. Huzurluydu adam. İçindeki sıkıntı bitmişti. Son kez elini kaldırdı ve kızın yanağını okşadı. ‘Bekleyeceğim’ dedi adam. Sevdiği kadın onu bu hayatta bile bekleyememişken o bu lafı edebildi. Kadın ise bir kez öleceği yerde bin kez yıkıldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı..."

Cengiz Bahadır Özdemir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı